31 Aralık 2011 Cumartesi
Alternatif Yılbaşı Eğlencesi !
26 Aralık 2011 Pazartesi
Carlos, Enrico Tamam Ama Mahmut Nerde?
Birincisi, Öropa Birliği'nin niye ekonomik kriz içinde olduğu anlaşılıyor hemen. Hepsi dalyan gibi çocuklar ama insan boş zamanında eline mandolin alıp plajda aylak aylak dans eder mi? Ağaç dallarının arasında Tarzansız Çita gibi salınır mı? Çiçek koklayıp şelalenin altında hababam banyo mu yapar? Bu nasıl bir gevşekliktir anam babam? İnsan iki çalışayım, dur bi ek işe gireyim demez mi? Bunun doğalgazı var, su faturası var. Çiçekle böcekle nereye gider bu ööeekönömi düşünen yok.
İkincisi, bu yavrular yarı çıplak geziyor her daim. Zatürre garanti, böbrek üşütmesi plase. Ayakları da suyun içinden çıkmıyor bebelerin. Yavrum üşütürsünüz, çişinizi tutamazsınız, yarın bir gün çocuğunuz bile olmaz diyen yok mu bunlara? Bak Carloscum senin yerin ayrı, sana özel olarak sesleniyorum. Yavrum o kot pantollar acaip su çeker, hemen de kurumaz. Etme yavrum, bak için filan ekşir, dakka başı tuvaletin gelir.Gazdan filan kurtulamazsın bebem.
Üçüncü ve son olarak ise, bu reklamın Mahmut versiyonu eksik kalmıştır. Şöyle esmer, bira göbekli, bildiğin bizim kavruk Mahmut. Reklam şu şekilde başlar; Mahmut, bir Sayısal Bayii'nin önünde, tutmayan kuponu üzerinde tepinmektedir. Mahmut birden kameraya döner ve :
-Selamünaleyküm, ben Mahmut. Türk'üm. Asgari ücretliyim. Boş zamanlarımda, iddaa ve sayısal kuponu doldurmaktan ve maça gidip tribünden saydırmaktan hoşlanırım. Feysten karıya kıza mesaj atıp "selam nasılsınız, çok güzelsiniz. Bu güzellikle çok yaşamazsınız." yazmaya bayılırım. Umarım benim yaptığım alayınıza giderim mood'unu seçersiniz.
Daha gerçekçi olmaz mıydı Mahmut? Olurdu olurdu.
10 Aralık 2011 Cumartesi
Bir Güzel Hayat
Sabah seremonilerimize bayılıyorum. Saat 7.30 sularında uyanıyor ve ağlamadan bize sesleniyor. Babası alıp geliyor yanımıza. Önce bir anne sütü emme seansı yapıyoruz. Sonra sokulup birbirimize bir yarım saat daha şekerleme yapıyoruz. Kuzunun kolu bacağı kafamızda, mis kokusu burnumuzda, uykuların en güzelini uyuyoruz. Kahvaltı faslımız da çok eğlenceli. Kuzunun bıldırcın yumurtasını haşlıyoruz önce. Hep birlikte oturuyoruz masaya. Ve çok değil, daha 7-8 ay önce, sağdan sola dönemeyen veledin, peynir sürülmüş ekmeğini ısıra ısıra yemesini izlemek bizi hem mutlu ediyor hem de duygulandırıyor. Bugünlerde kendi başına yemek yeme alıştırmalarındayız. Henüz kaşıkta başarılı olamadık, zira bizim kız 10 parmak dalıyor kaselere :) Ama katıları çok güzel kıtırdatıyor. Hem de sadece 2 dişle ! Bir de tam ocakbaşı müdavimi olacak bir gidişat var kuzuda, ver eti, ver tavuğu, ver balığı, hüpp hüpp yutuyor. Öyle tatsız tutsuz da değil, bildiğin acı soslu tavuğu yiyor çocuğum. Artık mama tarzı şeyleri yemek istemiyor. Bizim yediklerimize bayılıyor. Sebze de seviyor üstelik. Bir tek tarhana içiremedim kızıma. Kokusundan bile irrite oluyor. O mercan dudakları kilitleyip kafayı sağa sola da çeviriyor ki, annesi kaşıkla isabet kaydedemesin.
Mama demişken :) Allah kimseyi, özellikle de babaları bir başına mama reyonuna düşürmesin. Genelde ben alıyorum ama bazen eşime düşünce iş, en az yarım saat telefon görüşmesi oluyor. Gidip görmeniz gerek : Sütlü 7 tahıllı 5 meyveli, sütlü püskevitli 3 meyveli, ballı irmikli hüptrikli, elmalı muzlu yulaflı, böyleee sürüp gidiyor. Eşim soruyor telefonda, kaç meyveliydi bu mama diye :) Kızım Hero Baby'nin mamalarını sevdi. Bir sürü denedik, sonunda bulduk. Bu bebek işi valla külliyen masraf bilader. Yemesi para, içmesi para, mıçması para, oyunu para, bakımı para ama sevgisi paha biçilemez :) Hayatımızı öyle dolduruyor ki kuzum, inanın başka birşeyle ilgilenmek mümkün olmuyor. Yemek ve ütü yapabilirsem o gün kendimi başarılı addediyorum. Ne Tv, ne internet... Biraz biraz kitap okuyorum bugünlerde, hepsi o. Çünkü gezmek de istiyor kuzu. Öğle uykusundan uyanınca, yemeğini yemeden önce gezmek istiyor. Dışarı çıkmadığı günlerde terör estiriyor, resmen bunalıma giriyor velet. O uyurken koştur koştur işleri yapıyorum. Uyanınca hemen gezmeye :) Gidip geziyoruz kızımla, oturuyoruz bazen bir kafede keyif yapıyoruz. Karşılıklı kahvemizi ve sütümüzü höpürdetiyoruz :) Gün geçtikçe bizi daha çok anlıyor ve tepkileri de artıyor. Esprili şeylere gülüyor, reklamlara bayılıyor ve bana iki gündür adımla seslenmeye çalışıyor. Beşinci ayından beri anne demeye başlamıştı ama iki gündür adımı çıkarmaya gayret ediyor. Bana da eriyip gitmek düşüyor elbette.
Geçen gün izlediğim bloglardan birinde, ki o da beni izledikleri arasına almıştı, anne olanların bloglarının iğrençleştiği, kadının "biz diş çıkardık, yürümeye başladık" diye bahsetmesiyle dalga geçiliyordu. Kendince haklıdır ama bu tipik bir erkek duygusuzluğu gibi geldi bana. Çünkü çocuk annenin öyle bir parçası oluyor ki, onu kendinizden ayrı düşünemiyorsunuz. Anne olarak çocuğun her saniyesini beraber yaşayınca biz oluveriyorsun. İyi ki de öyle oluyor. Varsın iğrenç bulsunlar, izlemesinler, yazmak isteyen istediği gibi yazar.
Tekrar mizah yazmak istiyorum, gün içinde birçok şey oluyor ya da görüyorum ama vakit vakit vakit ! Kafayı toplamak çok zor oluyor. Bir gün becereceğim inşallah. Pai pai !
19 Ekim 2011 Çarşamba
Sözün Bittiği Yer De Bitti!
Şehitlerimize rahmet diliyorum, bizi affetsinler. Herşey yine aynı, yine aynı !
18 Ekim 2011 Salı
Öyle Bir Geçer Zaman Ki
Selam herkes ! Başlığın baydığının farkındayım ama "son durum", "en son durum", "en hakiki son dürüm" konseptinden iyidir diye düşündüm. O yüzden şöööle bir toparlama yapacağım.
29 Eylül 2011 Perşembe
19 Eylül 2011 Pazartesi
Jilet Sponsoruyum
Son basketbol şampiyonası dün akşam bitti. Bizim takım kötü olunca, bir ara Fransa, Rusya derken en sonunda Makedonya'yı destekleyerek izledik biz de. Zerre kadar hazzetmesem de İspanya hakkıyla şampiyon oldu. Yine son derece sinir olmama rağmen, Navarro'yu izlerken hayranlık ile ulan herife bak beee arasında gidip gelen duygu fırtınaları yaşadım. Ama esas mesele de o değil. Size bir haberim var. İkiz bebek bekliyorummm dermişim :) Yok yok !
Biliyorsunuz 2013 Avrupa Şampiyonası Slovenya'da yapılacak. Bendeniz o şampiyonanın jilet sponsoru olacağım efendim. Malumunuz kirli sakal bırakmayanı basketçi yapmıyorlar Avrupa'da. Hele İspanya ! Tüm takım bakımsızzzz, pejmürde. Pau Gasol oynuyor, sakallı, o çıkıyor kardeşi giriyor, o da sakallı. Navarro desen hepten kirli sakal, o olmasa Calderon var ki, o doğuştan sakallı. Kuş yavrusu Rubio bile sakal bırakmış, hani civcive kalemle sakal bıyık çizmişsin gibi duruyor. Buna da şükür valla, bunlar eskiden iyice bakımsız çıkardı sahaya. Affedersiniz koltuk altı traşı filan hak getire, hele bir Garbajosa vardı. Kuaföre teslim etsen bir haftada ancak tımar olurdu. Allahtan o yok artık.
Uzun geyiğin kısası, 2 sene sonra elimde jiletle, yedek bençlerinin hemen arkasında pusuda olacağım. Hepsini cillop gibi etmeden gelirsem bana da A Vitamini demesinler !
Kılsız tüysüz yumurta gibi günler dileriz efendim. Pai pai !
1 Temmuz 2011 Cuma
12 Haziran 2011 Pazar
Yaz Geldi :)
Bir ay içinde taşınıyoruz, daha güneşli, daha geniş bir eve geçiyoruz. Evin etrafı yemyeşil ve trafik gürültüsü, kirlilik vs yok. Ama çok işimiz var. Buralarda olamayacağım özetle. Biz yokken Ayşe'nin birkaç resmi ile idare ediniz :) Bu arada, esmer anne babanın sarışın çocuğu olabiliyor arkadaşlar yaaa, bıktık artık "neeee bu sizin mi" sorularından, valla bizim, billa bizim :)
7 Mayıs 2011 Cumartesi
Anneler Günü geldi yahu :)
Muhteşem Vestel laptopum arızalandığı için gelemiyorum ama yakında geleceğim inş. Öpüldünüzzzz.
27 Nisan 2011 Çarşamba
Kısa Bir Özet :)
Gece uyuyamamak fena birşeymiş, hele o sabaha karşı insan nasıl kötü oluyor. Ayşe'nin gece uykusuzluğu son bir haftamıza kadar devam etti. Gece sabaha kadar uyanık kalıp sabah veya öğlene doğru uyuyordu. Ben de o uyurken önce yemek vs işleri yapıp, sonra da uyuyordum. Böyle Batman gibi acaip bir hayatımız oldu :)
Ayşe düşük kilo ile doğmuştu. İlk ay kontrolünde, bize herkes tarafından şiddetle tavsiye edilen doktorumuza kontrole götürdük. 600 gr aldığı için çocuğun aç kaldığını, sütün yetmediğini ve mama verilmesi gerektiğini söyledi. Zaten çok hassas bir dönemdesin, bir de doktor üstüne böyle söyleyince o an ben kopmuşum, nasıl üzüldüm, nasıl kahroldum. Çocuğumu aç bıraktım diye vicdan azabı mı istersin, süt neden yetmiyor diye kafayı takmak mı istersin, her türlü olumsuzluk üst üste :( Neyse bize söylenen mamayı aldık ve eve geldik. Çocuk aç kaldı psikolojisi ile sürekli ağzına mama veya meme vermek istiyorum, çocuğum uyuduğu halde uyansa da yese diye sabırsızlanıyorum. Uyanınca mama verdim, içti biraz, içsin diye zorluyorum. Çocuk üstüme başıma kustu, o ağlar, ben ağlarım. Banyoya aldık kızımı, annem olmasa ne yapardım bilmiyordum, çocuğu tutup da yıkamayı beceremedim o anda. O gün sarhoş gibi gezdim, Nurturia'ya girdim, sorunu paylaştım oradakilerle ama kafam 1500. Annemler, eşim, üzülme bak karnı doyarsa daha güzel uyur, rahat edersin dediler ama hiç öyle olmadı. Mamayı sindiremeyen kızım, gaz sancısından mahvoldu, kakasını o kadar ıkınarak yapmaya başladı ki, ağlamaktan mahvolduk ikimiz de. Poposu, o güzel pembiş poposu kıpkırmızı oldu, hem de yaralar çıktı hemen. 3-4 gün böyle geçti, mamayla rahat ederiz derken çocuğumuz hasta gibi oldu.
Hemen doktora koştuk tabi, doktor hımm dedi. Mamayı sindirememiş, şu mamayı verelim dedi. Yanında da laktaz enzimi damlası. Gidip bu yeni mamadan aldık, içimiz rahatladı biraz. Ama herşey daha kötüye gitti. Çocuğum mama yemek uğruna ilaç içmek zorundaydı ve durum fena halde gücüme gidiyordu. Bu arada sütüm azalmasın diye uğraşıyorum ama zaten az olan uykumuz hepten gitti. Ayşe kırkını çıkardığında annemler evlerine döndü ve sonraki 2 gün, sadece ikimiz varken, Ayşe gün boyunca hiç susmadan saatlerce ağladı. Eyvah dedim, ben herhalde bu çocuğa bakamayacağım yalnız başıma. Meğer kuzum sancıdan ağlarmış, ne emebiliyor ne uyuyabiliyor. Gece vakti baktık olacak gibi değil, eşimle aldık kızımızı, doğru Acil Servise. Orada tecrübeli bir doktor vardı, mama verdiğimizi duyunca acı acı güldü :( Kızıma masaj yaptı, bir de fitil verdi. Kuşum 5 dk sonra rahatladı ve uyumaya başladı. Bu arada telefonla aradığımız doktorumuz, ertesi gün getirin bakalım dedi. Gece vakti bir de Ayşe'nin kaka yapmasını bekledik ki, tahlil yapılabilsin. Sabah 5 civarı yapınca, babamız apar topar hastaneye gitti tekrar. Çok şükür temiz çıktı.
Ertesi gün babamız işe, biz de hastaneye gittik. Baktım ki doktor gene hımmm şu mamayı verelim bir de diyince yeter ulannn dedim içimden. Hala bana mama broşürü vermeye çalışıyor, üzerinde kaşesi basılı tabi. Anlaşıldı dedim, senin derdin çocuğumun sağlığı değil, mama firmasından gelecek promosyon. Aldım kızımı eve geldim. Ona sadece sütümü vermeye karar verdim. Ana Çocuk Sağlığı'ndaki kontrollerde ebe herşeyi normal buluyordu ve mama vermeme karşı çıkıyordu. Bu kez onu dinlemeye karar verdim. Kızıma sadece anne sütü vermeye başladım, sadece çok mecbur kaldığım durumlarda mama veriyordum. Onu da çoğunlukla içmiyordu, bir kutu mama içilmeden hazırlanıp hazırlanıp döküldü diyebilirim. Olsun varsın, çünkü sütüm kızıma yetmeye başladı, belki de hep yetiyordu :( İlk kontrolümüze 10 gün vardı ve biz merak içindeydik. Ama kızım çok şükür, gözle görülür derecede kilo aldı ve içimiz rahatladı. Kontrolde de kızımın gayet güzel kilo aldığı, boy attığı görüldü.
Bu arada doktorumuzu da değiştirdik. Anne sütünü destekleyen, mama, ilaç yazmaya kalkışmayan iyi bir doktor bulduk. Şu an kızım sadece emiyor ve ikimiz de çok mutluyuz. Çünkü emzirmek , o anda onunla harika bir bağ kurmak anlamına geliyor ve bu müthiş birşey.
Bu süreçte eşim hep yanımda oldu, yorulduğum anlarda kızımıza o baktı, benim uyumamı sağladı. Yemek saatlerinde kızımız uyanıksa, önce benim yememi bekledi, o kızımıza baktı.
Nisan ortasında İzmir'e gittik, yolda güzelce uyudu kızım. Orada dünyaya hoşgeldin mevlüdünü yaptık. Annemle babam çok uğraştı, çok yoruldu ama güzel bir mevlüt oldu. Kızım gelinlik giydi, hoca kulağına ezan okuyup adını söyledi 3 kez. O an öyle duygulandım ki, gözlerimden yaşlar aktı.
Şimdi gideyim, kızım uyanıyor :)
23 Nisan 2011 Cumartesi
Ahaaanda Blog Açılmış
1 Mart 2011 Salı
Flaşbek : 20 gün öncesi :)
Gelelim şu flaşbek olayına. Biraz doğum maceramızdan bahsedeyim. 1 Şubat'taki doktor kontrolümüzde, doktorumuz erken doğumla ilgili bir risk görmediği için, 39. haftanın içinde yapabiliriz demişti. Bu sebeple 8 Şubat'taki kontrole, en erken ihtimalle 11-12 Şubat'ta olur diye düşünerek gitmiştik. Babamızın da işleri öyle bir sıkışıktı ki, tamamı tarihinde teslim edilmesi gereken projeler yürütüyordu. Biz de planlarımızı 11-12'sine göre yapmıştık. Ammmaaa :) kontrolde doktor, "suyumuz çok azalmış, bebiş gelmeye hazır, bugün alalım" demez mi ! Güya aylardır bu ana hazırlanan ben, başladım kekelemeye, ama ama doktor, yani biraz daha bekleyemez mi :) Doktor, ertesi güne bekleyecek kadar müsterih olamadığını söyledi, ancak NST çekildikten sonra içi rahat etti ve hastanedeki yoğun ameliyat trafiğinden dolayı ertesi güne razı oldu.
Eve geldik ama benim elim ayağım titriyor heyecandan. Eşim bir yandan işlerini organize ediyor, anneler hafif panik halinde, ben desen bir leyla durumundayım. Tüm öğleden sonrayı dinlenerek, kızımla konuşarak ve dua ederek geçirdim. Akşam çorba ve kompostodan oluşan hafif bir yemek yiyip, yatmaya çekildim. Uyuyabildin mi derseniz, elbette hayır. Ara ara içim geçerek, sabahı buldum. Sabah güzel bir duş alıp, erkenden hastaneye gittik, ben, eşim ve babam. Hastanede bize, yakın arkadaşım Ümmühan katıldı. Saat 10.30 gibi odamız boşaldı ve hazırlık için odaya alındım. Olacaklardan habersiz olan kızım bu arada kıpır kıpır oynuyordu içimde ve ben garip bir hüzün içindeydim. Birazdan ona kavuşacak olsam da, sanki onu benden söküp alacaklarmış gibi de bir duyguya kapılmıştım. Ameliyattan korkmuyordum, sadece içimden gelen hıçkıra hıçkıra ağlama isteğini bastırmaya çalışıyordum. Kızımla buluşabilmem için onunla vedalaşmam gerekiyordu. Bir daha bana bu kadar yakın olamayacaktı, onu korumak o kadar kolay olmayacaktı. Neyse ben bu duygusal triplerdeyken, benim minik arkadaşım Mutluş daha fazla beklemeye dayanamayıp hastaneye gelmiş, bana güzel, kocaman bir moral öpücüğü verdi. Bebeğe de kıyafet almış :)
Hemşirelerin beni hazırlamak için odaya girmesiyle birlikte süreç başlamış oldu. Herkes dışarı çıkarıldı. İğrenç lavman işleminden sonra, ağrılı olması beklenen ama sürpriz şekilde birşey hissetmediğim sonda takma işlemi yapıldı. Ameliyat kıyafetini giydim, hani bu tatoşu açıkta bırakan tuhaf kıyafet :) Bana hiç yakışmadı, kırmızısı var mı dedim, yokmuş :) Neyse, sedyeye yattım bir güzel, odadan çıkardılar beni. Eşimin yüzünde endişe, heyecan var, bana "Arzuş, ben burdayım" dedi. Hepsine el salladım ve ameliyathane katına indirildim.
Ameliyathanenin içerisi bir değişik, sanki büyük bir otelin restoranına getirilmişim de, az sonra benden Arzu İncik pişireceklermiş gibi geldi. Tabi bu salakça fantezim , ameliyat masasına alınınca sona erdi. Hepsi son derece pozitif ve güler yüzlü olan ameliyat ekibi, beni hazırlamaya başladı. Uzun saçlı, karizmatik bir anestezi uzmanı, epidural sezaryen olacağı için belime yapacağı iğne için beni yan çevirdi. Bir başkası bacakları karnıma çektirdi, başımı karnıma bastırdı, ulan ölüyozzz burda diyecek oldum ama sakın kıpırdama dediler. Fazla acı vermeyen kısacık bir işlemden sonra serbest bıraktılar, zaten o anda göğsümden aşağısına acaip bir sıcaklık yayılmaya başladı. Sol tarafım hemen uyuştu, sağ tarafım hala kıpırdıyor. Durun kesmeyin beni dedim, halen hissediyorum dedim, heee heee diyip güldüler bana :) Yalnız bu hissizlik pek fenaymış, ayakların orda ama hiç hareket ettiremiyorsun filan, fena yani. Bu arada doktorum geldi, Ayşe'nin doktoru geldi ve ameliyat başladı. Doktorum beni sürekli konuşturuyor, voleyboldan, rock müzikten bahsediyoruz. Ne zaman başlayacak derken, bana hazırsanız başlıyorum dedi. Tabi tabi buyrun, tükkan senin dedim. Meğer ameliyat çoktan başlamış, 2-3 dk içinde bir bebek ağlaması duydum, sanki bir TV'den veya radyodan gelir gibi bir ağlama sesi. Allahım bu O mu diye sordum hemşireye, evetttt dedi, kızın geldi bile. O an bir duygu karmaşası, ağlamakla gülmek arası bir duygu. Sağ tarafa bak, kızın orda dediler. Bi baktım, pembe pembe bir kız, doktor amcası kontrol ediyor. Yanıma getirdiler, dokun hadi dediler, dokundum, nasıl sıcak, nasıl yumuşak. Benim kızım o dedim, yine güldüler bana. Hadi üşümesin kızın dediler, alıp götürdüler. Sonrasında bende bir huzur, kızım sağsalim geldi ya, ameliyat on sene sürse bile sesim çıkmayacak. Saat 11.50, kızım dünyaya geldi o saatte, o ameliyathanede, buz gibi o odada sıcacık, pembe bir kızım oldu. Saat 12.15 gibi ben de ameliyathaneden çıkarıldım, ne ağrı var ne sızı var, sadece merak, özlem, biraz korku. Eşim kapıda bekliyor, aynı duygular onun yüzünde de mevcut, Arzuş iyi misin diyor. Beraber çıkıyoruz odaya, kızım ağlıyor, tüm odayı doldurmuş sesi. Cicilerini giydirmişler, kundağa sarmışlar, beni bekliyor kızım. O an ağladım işte, kızımla kavuşma anımız, kucağıma ilk alışım. Ufacık, 2880 gr , 49 cm doğmuş kızım, gözleri, yüzü şiş, ulan bi de sarışın bu bebek, esmer bir anne babadan, yok yok tipi aynı biz, burun benim burnun kopyası.
Hemşire geliyor sonra, belden aşağısı uyuşuk bedenimi kontrol edemediğim için yatar vaziyette memeye tutuyorlar bebeğimi. O minik beden, nasıl bir içgüdü ile doğduysa artık, sanki o ana hazırmış gibi hırsla sarılıyor memeye. Henüz süt yok, minik bedeni de yorgun ama bebeğim tam bir saat emmeye uğraştı, kan ter içinde kaldı ama vazgeçmedi. Ümmühanla beraber gün boyu emmesi için uğraştık. Onun o gayreti olmasaydı, sütüm o kadar erken gelir miydi, mamanın kolaycılığına kendimi bırakmamı başka birşey engelleyebilir miydi bilmiyorum ama kızım hiç vazgeçmedi. Aç kalmasın diye gece vakti verilen mamayı bile zor emdi, biberonu sevmedi. Kucağımda huzur buldu, kolumun üstünde tam 3 saat kıpırdamadan yattı uyudu. Ne çok özlemişiz biz birbirimizi, kimse bizi ayırmaya kıyamadı.
Akşam saatlerinde beni ayağa kaldırıp yürütmek için hemşire ve Ümmühan bana yardımcı oldular. Anestezinin etkisi geçince, yapılan ağrı kesicilerin işe yaramasına rağmen, o ilk ayağa kalkmalar çok acı vericiydi. Bedenim ortadan ikiye bölünecek gibi oldu, o küçücük hastane odasında, odanın kapısı nasıl o kadar uzak göründü bilemedim. Ama yürümek işe yaradı, malum ameliyat sonrasında gaz çıkarma zorunluluğu var. Bol bol su içip bi de yürüyünce, gece vakti o işi hallettik. Gece boyunca kızımı kucağıma aldım hep, kollarım ağrıyana kadar yanımda tuttum.
Sabah kontrollerimiz yapıldı ve taburcu edildik. Eve gelince insan kendini daha iyi hissediyor. Üstelik doktorum hemen o gün banyo yapmama bile izin verdi. Sonrası, sonrası güzel işte, minik bir melek, benim, bizim meleğimiz. Onu dilediğimiz kadar kucağımızda tutabiliriz, sevebiliriz, bizim o, bizim kızımız.
Hayatımın en güzel 9 Şubat'ını bana armağan eden kızıma, iyi ki doğdun diyorum, Allah'ın en muhteşem armağanı, minik mucizem, yıllardır beklediğim, babasının özlediği, minik Ayşesi, Ayşem, iyi ki doğdun kızım...
23 Şubat 2011 Çarşamba
Ayşeli Hayat, Neşeli Hayat, Endişeli Hayat
Şimdilerde uyanmak üzere, ben ufak ufak kaçar...
16 Şubat 2011 Çarşamba
Biz Geldikkkk :)
Güzel dileklerini ileten tüm güzel dostlara teşekkürler...
8 Şubat 2011 Salı
Yarın Doğum Günümüz
27 Ocak 2011 Perşembe
% 100 Garantili Satış ve Pazarlama Teknikleri
Gelen içerikte, % 100 garantili satış ve pazarlama tekniklerini anlatan bir CD'nin tanıtımı var. Bu CD'yi alırsak, züper alles bir satış performansı yakalayacakmışız. Ulan bu CD işe yarasa, senin üç senedir bana ondan bir tane satmış olman gerekmez miydi??? Madem bu kadar garantili, neden satamıyorsun? Bak bir iyilik yapayım, sana sebepleri yazayım:
- Gönderdiğin e-posta adresin yahoo uzantılı ! Madem şirketsin, neden şirketin web sitesi yok? Oysa bu devirde ne satacaksan sat, önce iyi kötü bir web siten olacak.
- CD'ni tanıtacak bir broşür veya katalog hazırlamamışsın. CD içeriğini e-postanın gövdesine yazmışsın.
- Elektronik ortamda büyük harf kullanmanın bağırmak anlamına geldiğini dahi bilmiyor olacaksın ki, yazıların yarısından çoğu büyük harfle yazılmış. Bu tarz bir e-postayı ancak, alibaba.com gibi ticaret sitelerini işgal eden, Batı Afrikalı dolandırıcılar yazar.
- Beni e-posta listene dahil etmişsin ama listenden çıkmak için bana hiçbir şans tanımamışsın. Spam olmayı hakediyorsun bebeğim !
- Haa bi de, artık internet diye birşey var. İçerik diye yazdıklarını, google'a yazınca, hele bir de İngilizce arama yaptırınca zibilyon tane kaynak bulunuyor. Güle güle Numannn !
İşte böyleyken böyle sevgili dinleyicilerim. Aaaa unutmadan birşeyden daha bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz, hijyen açısından katı sabun yerine sıvı sabun kullanmanın daha uygun olduğu artık bir gerçek. Bu sebeple biz de evde uzun süredir sıvı sabun kullanıyoruz. Bir sürü marka denedik, hele Ayşe'ye hamile kaldıktan sonra daha da fazla. Ama istediğimiz gibi bir ürün bulamadık. Kimisi ya elleri aşırı kurutuyordu, kimisi ise yıkamanıza rağmen elinizde temizlik hissi vermiyordu. Bir arkadaşımızı ziyarete gittiğimizde, evindeki sabun benim ve eşimin çok hoşuna gitti. Lifebuoy marka olduğunu öğrendik. Kipa'dan aldık, normalde 900 ml'si yaklaşık 10 lira idi ama kampanyada 1+1 aynı fiyata satılıyordu. Fiyatı diğerlerine göre pahalı olmasına rağmen, sadece küçücük bir damlası ile süper temizlik sağlanabiliyor. Elleri aşırı kurutmuyor, hem de antibakteriyel özelliğe sahip. Ürün ismi vermek çok adetim değildir ama performans ve fiyat açısından bize çok uygun geldi. Denemenizi tavsiye ederim.
Şimdilik bu kadar...
24 Ocak 2011 Pazartesi
Sona İki Kala
Ayşem geçen haftadan beri 100 gr almış, ben de 100 gr zayıflamışım. Sanırım 3 kg civarı doğacak. Doktor kilo gelişimini normal buldu. Gebelik şekeri yüzünden iri bir bebek olacak diye, ileride şeker hastası olma riski yüksek olacak diye çok korkmuştum ama olmadı çok şükür.
Pazar günü kızımın dolabını yerleştirdik, yatak örtülerini serdik. Doğum çantamızın eksiklerini tamamladık. Herşey hazır sanırım, iş artık Ayşe'ye kaldı :) Bi de doğurmayı becerebilirsem bu süreç bitecek ve yeni bir hayat başlayacak. Küçük kuşum, boncuk kızım sesiyle, nefesiyle, minicik bedeniyle, tüm hayatımızı dolduracak.
Şimdilik bu kadar...
22 Ocak 2011 Cumartesi
İsim Sorunsalı Üzerine Korsan Yazı
Konumuza dönecek olursak, bir isim sorunsalıdır gidiyor efendim. Bizim isim yıllardır belli olduğu için isim koyma konusunda zorlanmadık. Erkek olsaydı biraz düşünmemiz gerekecekti tabi. Esas problem, konulması planlanan / konulan ismin gerekçeli kararını eşe dosta açıklamak. Bu sürece girmiş olanlar evet yaaa diyecektir, girecek olanlar varsa da Allah şimdiden kolaylık versin. Çünkü bu konu aşağıdakine benzer bir şekilde seyretmektedir:
Eş dost: Bebeğin cinsiyeti belli oldu mu?
Anne: Kızımız olacak teyzesi / amcası.
Eş dost: İsim düşündünüz mü?
Anne: Evet, Ayşe olacak adı.
Eş dost: Hıııı, sadece Ayşe mi?
Anne: Eveeet.
Eş dost: İki isim düşünmediniz mi? Ayşesu, Ayşenur filan?
Anne: Ben öyle sulu nurlu isim sevmem !
Eş dost: Birisinin adı mı Ayşe?
Anne: Ayşe adında akrabalarımız var evet ama esin kaynağımızın onlar olmadığı kesin. Seviyoruz bu ismi.
Eş dost: Hııı, neyse, siz bilirsiniz, Ecrin nasıl? Efla filan?
Anne: Ecrin'in anlamını biliyor musunuz? Ücret anlamına geliyormuş ???
Eş dost: Höönkkk !
Anne: Hönnk ya, bi git başımdan. (İç ses)
İşte böyle insanı sinir eder bu eş dost. İlla salgın haline gelen isimler koymanızı beklerler. Bi de dinci eğilimler varsa, o uzun uzun ikili isimler insanı deli eder. Ufacık velede Mahmut Sabrullah ismini koyup iki isimle birden de seslenmezler mi, ayyy çıldır çıldır ! Ben ki ilkokul 1'den beri iki isimli olmanın tüm gıcıklıklarına maruz kalmışım, töbe Allah çift isim koyar mıyım?
Merak edenler için dipnot: Ayşe, eşimin çocukken oynadığı yastığına koyduğu isimdir, ayrıca da çok severiz :)
İyi hisseder de gelirsem görüşürüz, gelemezsem bir alttaki tüm dileklerim aynen geçerlidir. Pai pai :)
9 Ocak 2011 Pazar
Sanırım Tatil Zamanı
İşte bundan dolayı, artık blogun sahibi tatile çıkmaya karar verdi. Hayırlısıyla doğumdan sonra, ilk uygun fırsatta döneceğim inşallah ama şimdilik bilemiyorum. Bizi senelerdir hasretle bekleten kızımızla uzunnnn uzunnnn özlem giderip, biraz da tatoşlarına tatoşlarına vurup seni gidi tembel Ayşe, nerdeydin bunca zamandır demek istiyoruz. O yüzden geçici süre buralarda olamayacağım. Her zaman beni ziyaret eden, yorumlarıyla destek veren tüm dostlara teşekkür ediyorum. Ben gelene kadar:
- Casminella, yaptığı o güzel takıların ve pastaların sayısını artırsın
- Anti, Mete ile barışsın
- Okan, 14 Şubat'ı boş geçmesin, dereotunu da bi denesin
- Peren çok çok mutlu olsun, depresif olmasın
- Depresan istediği her filmi izlesin, her konsere gitsin, her kitabı okusun
- İpeğim en kısa sürede Ayşe'yi görmeye gelsin
- Altın teyzesi de öyle
- La Loba, Londralarda üşümesin, Pilli Bebek ve O'nunla sıcacık hissetsin
- A-H, kertensiz tatiller yapabilsin
- Absalom her daim hislensin
- Hasan kilo alsın
- Burcu'nun sıtkı daha az sıyrılsın
- Selçuk annesini daha sonra aramasın, o an cevap versin teyzemize
- Okuyan herkesin başına iyi şeyler gelsin.
Görüşmek üzere, hoşçakalın. Pai pai...
7 Ocak 2011 Cuma
Son Durum
Kızımın bedenimde yarattığı değişiklikleri izlemek hoşuma gidiyor. Karnım büyüdü iyice ve kızım en sevdiği gerinme hareketini yapınca, karnım İran'ın Şahap füzeleri gibi bir acaip oluyor. Onunla iletişim kurmama engel oluyor gibi hissettiğimden, karnımı açıp Pala Remzi gibi oturuyorum. Bebeğin ağırlığını taşımak için bel çukurunun bile şekli değişiyor, inanılmaz bir süreç. Ve çatlaklar, kızımın bana bıraktığı o güzel izler... Onları bile seviyorum tek tek, hepsi Ayşemin varlığı sayesinde varlar, öyleyse çok güzel bişey onlar.
Burnum büyüme konusunda karnımla yarışıyor adeta ve uykular bastırmaya başlıyor yavaş yavaş. Gündüz uykuları çok tatlı geliyor, geceler ise zor geçiyor. Karanlıkta uyumak, hele de yorgan örtmek çok zor, hala pike ile uyuyorum. Ama olsun, her gecenin sonundaki sabah, Ayşemin gelişine biraz daha yakınlaşmış oluyoruz.
Sanırım yakınlarda blogla bir süreliğine vedalaşacağız artık. Ama iyiyiz, mutluyuz, heyecanlıyız.
5 Ocak 2011 Çarşamba
Ailemizi Tanıyalım
2 Ocak 2011 Pazar
Islam is beautiful
Eeee askerliğin son dönemine girdik, dışarı çıkınca çok zorlanmaya başladım. Yılbaşı akşamı eve erken dönmek durumunda kaldık, saat dokuz civarında da uyuyup kaldım. Daha fazla evde olmak demek, kitap da okuyamadığım için mecburen televizyona talim etmek demek. Bazen televizyonda izleyecek hiçbir şeyin olmadığı ölü zamanlar oluyor. Özellikle akşam 6-7 sularında sıkıntıdan patlıyorum. O zaman e2'deki Martha Stewart'a takılıyorum. Ya bu Cadılar Bayramı ne kadar önemli birşeymiş yaaa, ne zaman açsam bu hatun aynı bayık sesle cadılar bayramı süslemesi yapıyor. Bir de yemek yaptıkları anlar var ki incelenmesi gerek. Bunları kim seslendiriyor bilmiyorum ama sürekli bir ımhhhh ımhhh sesi var ekranda.
Martha: Hımmm evet Jane, hamura ne koyuyorsun?
Jane: İşin sırrı kerevizde Martha.
Martha: Imhhhh kereviz demek, çok severim. Bahçemde 20 bin kök kereviz var. Nasıl bir tat verecek acaba?
Jane: Immhhhh kesinlikle nefis.
Martha: Sosunda ne olacak?
Jane: Yaban mersini (Maydanoz gibi mübarek, her halta koyuyorlar bunu)
Martha: Immhhhhhhh tatlı ekşi yaban mersini sosuyla bu hamur harika olacak Jane.
Jane: Immhhh yeah!
Bundan beterini de gördüm geçenlerde. NHK World kanalında, Japon bir teyze ve iki salak Amerikalı yemek yapıyorlar. Daha doğrusu teyze yapıyor, bunlar da vokal yapıyor yandan.
- Teyze vok tavaya yağ koyar.
- Oğğğğvvvv fantastic !
- Teyze tavaya iki tane havuç atar.
- I can't believe John, it looks really delicious.
- Teyze tavaya yosun ekler.
- OMG Tony, I want to finish all.
- Oğvvvvvv John, you are right. Have you ever seen something like this dish?
- Oğğğğvvv noooo meeen.
Bunlara fazla birşey değil, bi sucuklu yumurta yapsan tavada, herifçioğulları koşa koşa Atlantik'i geçer yeminle. Sucuklu yumurta dedim de canım çekti yaaa, of yiyemiyorum da. Bi ağız tadıyla aş eremedik kardeşim ya, mantıklı hamile olmak çok zormuş. Canım hamburger çeker, zararlı diye yemem. Canım baklava ister, şekerli diye yiyemem. Şöyle kış ortasında bir erik canım çekse de gece gece eşime bir şehir turu attırsam dedim, hani hamilelik anısı babında, ulan onu da çekmedi canım. İnsan buzdolabında duran portakala aş erer mi yahu :)
Immhhhh portakal, fantastic !