31 Mayıs 2010 Pazartesi

İnsanlık

İsrail, Allah belanı versin diyorum, başka da birşey diyemiyorum. İnsanlıktan hiç mi nasibinizi almadınız, taş mısınız odun musunuz ??? Allah belanızı versin inşallah.

30 Mayıs 2010 Pazar

Here are the results of Turkey !

Eurovision devam ediyor, Allahım öleceğim gülmekten. İspanya bi daha sahneye çıkacakmış, kabus gibi yaaa. Saha kapatma cezası olmalıydı bence. Bu akşam ne tuhaf bir akşam. Bak yarışma bitmeden risk alıp yazı yazıyorum, malum bizimki taşra baskısı.

An itibariyle Danimarka yarışıyor, bi tane adam gibi şarkı yok daha. Yunanistan resmen İsmailos YKOS ile katılmış yarışmaya, o ne öyle anam babam, türkü desen türkü değil, pop desen pop değil. Ermeni abla da sırf meme yapmış, valla bunların hırsını görünce buraları ülkü ocağına çeviresim geliyor. Al sana kayısı çekirdeği, git nereye dikersen dik. Fransa iddialı gibiydi ama ortada plaj olmayınca, baldır bacak yapamayınca gayet sıradan (valla tam burada kullanılacak bir söz var ama terbiyem şaapmadı, hani .. sonik ile biten, bildin mi :) ) oldu. Almanya’nın şarkı sevimli gibiydi ama ne bileyim kıza ısınamadım. Portekiz, İzlanda, Yunanistan’ın yavrusu filan da facia gibiydi. Bi de beğenip bize puan vermezler.

Bu Kafkas bölgesi incelenmeli bence, ne yediriyorlar bu kızlara yahu, hepsi sera malı gibi, tek tip ! Hepsi de barım barım bağırıyor, sevemedim şarkılarını. Bağırmadan da söyleyebilirsiniz kızlar.

Ohhh yarışma bitti. Valla bi adam gibi bizim şarkı var, hakkımızı yeme Avrupa, çok fena ilenirim bak. Ters köşe etmeyin beni haaa !

Andddd here is the result of me: 1 kg kayısı goesssss to armania !

EDİT EDİT SON DAKİKA: Bravo Manga bravo ! Ülkelerin en az üçte biri hiç puan vermediği halde, gurbetçilerin blok oy verdiği İsviçre, Belçika vb den az puan aldığı halde 2. oldu. Gerisi hikayedir. Şu puan vermeyen ülkelere de tek sözüm var, asfasfagahsbssb!!!!

EDİT EDİT SON DAKİKA 2: Feyste avrupalı arkadaşlarla ve onların arkadaşlarıyla kapışıyoruz şu anda. Gazamız mübarek olsun, çok feci motiveyim, 3-5 güne gelmezsem gelip beni kurtarın arkadaşlar.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Ağlak Kampanya

Uzuuuuuun bir aradan sonra, dün evde çalışma mutluluğuna nail oldum. (Yeni nesil için uyarı: Nail, "nıeyl" diye okunan nail değil, sahip olmak, erişmek anlamında) Bu sayede TV karşısında 1-2 saat geçirme fırsatım oldu. Eurovision sayesinde harekete geçen milli duygularım, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası evsahibinin belirlenecek olması hasebiyle tavan yaptı. Baştan belliydi tabi Fransa'nın alacağı ama 2 saatliğine heyecan yapalım dedik. Hayatımız o kadar sıkıcı anlayacağınız.

Bizim tanıtım başladı, Allah dedim bu ne! Resmen Küçük Emrah filmi tadında, "Turkey has never been the host" mu ararsınız, "bizim kaç tane havaalanımız var biliyonmusuzzz" mu ararsınız, yok "Turkey is ready" gibi tipik akepe ingilizcesi cümleler mi , neler neler . Sunumu da yeni gözdeleri Defne Samyeli yaptı. Hadi bunları geç, esas beni şok eden recep beyin kaseti oldu. Durun durun heyecanlanmayın, öyle değil. Kendisi uzaklarda mal satışında olduğu için, yerine bandı geldi. Ama kendisine bir makyaj yapmışlar , valla ben kadın halimle utandım. Defne'de bile o kadar makyaj yoktu. Ben hayatımda onca fondöten (yazarken bile zorlandım), onca allık sürmüş değilim. Bi de o yavruağzı tonlar filan hiç olmamıştı yaaaa, bence makyöz kimse değiştirsinler. O noktaya kadar bence gayet etkileyici idi sunum, mağdura bağlamıştık işi ama o görüntü mahvetti hepsini.

Platini sonucu açıklamaya çıktığında, suratındaki yavşak (afedersiniz ama o ifadeyi tanımlayacak üsturuplu bir kelime bulamadım) ifadeden sonuç anlaşılıyordu zaten. Ağzını zor topluyordu denyo, bunu fitbolcuyken de hiç sevmezdim. Tombalak tosbağa, bi de arkadan ukala ukala laflar etti. Oysa "Turkey has never been host" idi yaaaaa, biz olacağdukk yaaaa :(

Neyse, hadi geçmiş olsun. Şu makyöz işini de halledin bebeğim, ele güne karşı olmeyoo !

28 Mayıs 2010 Cuma

Eurokontör

Eurovision haftası başladı nihayet. Her sene bi daha izlemeyeceğim diyorum ama milliyetçi duygularım kabar kabar olunca, geçiyorum başına. Manga'yı çok severim ezelden beri zaten. Şarkıları vasat gibiydi ama az önce izlediğim 2. yarı finalden sonra, kendilerinden özür dilemeyi bir borç biliyorum.

Buradan bazı ülkelere ve yetkililere seslenmek istiyorum. Lütfen lütfen bazı ülkelerin müzik yapmalarına izin vermeyin. Litvanya, Slovenya, İsviçre mesela, müzik yapmasın bunlar. Abicim gidin basketbol oynayın, manken olun, çikolata imal edin ama müzik yapmayın, lütfen yaaa. İnsanlık zaten binbir dertle uğraşıyorken, bi de siz fazla geliyorsunuz. Özellikle Litlerden rica ediyorum, iki gözüm, gidin tedavi olun, sonra o bacaklara epilasyon olayına girin. Şort giymekte ısrarlıysanız lütfen çiçekli böcekli bildiğimiz şortlardan giyin, o neydi anam babam, yok yok kaldıramayacağım ben bunu. Kaçırıp da izleyemeyen talihliler için Litlerden geliyor:

Parçala Behçet

Pai pai bile diyemiyorum, o kadar yani...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Teknolojinin Bozuk Türkçesi

Eşimle ilk dizüstü bilgisayarımızı 2003 senesinde almıştık. O zamanlar, laptopu satınca bir tane Doğan görünümlü Şahin alınabiliyordu. Kutusundan çıkardığımızda, aleti nereye koyacağımızı bilememiş, dokunmaya kıyamamıştık. Bu durum, ben kendisini düşürüp ağzını gözünü dağıtana kadar, yaklaşık 2 sene sürmüştü. Ama sağlam aletmiş, HP Compaq idi, dağılmasına rağmen, zehir gibi çalışıyordu.

2004'te bir tane de Toshiba aldık. İkimiz de bilgisayarlarımızı tepe tepe, dere tepe, efil efil kullandık. İki sene önce, bilgisayar satışı yapan bir arkadaşımızın, milliyetçi söylemleriyle gaza gelip, yerli malı kullanın hacılar demesi sonucu, fiyatı da iyi diye, 2 tane yerli marka laptop aldık. Valla başta çok korkmuştuk ama zaman bizi haksız çıkardı. Çünkü bu yerli marka laptoplar, çok fonksiyonlu çıktı, her daim başka bir özelliği ile bizi kendimizden aldı. Normal bilgisayar fonksiyonlarının yanısıra, bu muhteşem teknolojik aletlerin şu ek özellikleri var:

  • Bu marka bir laptopunuz varsa, aynı zamanda bir elektrikli ısıtıcınız var demektir. Kışın parmaklarınız sürekli sıcacık olur. Aynı zamanda, çok kuvvetli fanı sayesinde, ortamı da dakikada 1 C kadar ısıtabilir. Ev sobalı ise, elektrikli battaniye niyetine kullanabilir, hatta abartmanız durumunda sarılıp yatabilirsiniz bile.
  • Diyelim ki evde yalnızsınız, canınız sıkıntıdan patlıyor. Bir ses, bir hareket arıyorsunuz. İşte laptopunuz burada can simidi gibi yetişiyor. Fanından çıkan muhteşem uğultunun yanısıra, tuşlara bastıkça değişik tonlarda çıkan iniltiler can sıkıntınızı silip atıyor. Du bakiim J tuşuna basınca nasıl ses çıkıyor diye diye epeyce bir eğlenebiliyorsunuz.
  • O kadar sürprizlere açık bir laptop ki kendisi, daha paketten çıkarıp ilk açtığınızda, açma kapama düğmesi, forşşşşş diye yerinden fırlayabiliyor. 24 dizisi gibi, adrenalin forever!
  • Bazen de tuş takımından bir harf, mesela Ş harfi, kenarda köşede kalmaktan sıkılıp, kendi kendini 20 kere filan basabiliyor. Şşşşşşşşşşş ne oluyoruz yahu diyebilirsiniz, üstelik de Ş harfleri müessesenin ikramı.
  • Bu laptoplar son derece evcimendir, her an robota dönüşüp, kanepede ağzınız yamulup uyuyakalmışken üstünüzü örtebilir, biraz asabi bir anına denk gelmeniz durumunda ise, ağzınıza ağzınıza vurup, git yerinde zıbar, daha taksitlerim bitmeden işlemcilerimi yediniz uleynn diye saldıradabilir. Garantisi yok, yani var da, başka türlü var :)
  • Laptopu aynı zamanda bir geometri dersi aracı olarak da kullanabilirsiniz. Mesela benim ekranın sağ köşeye birleşim noktası ile, sol köşeye birleşim noktası arasında, takriben %15'lik bir açı mevcut. Pekala iki köşenin birbirine uzaklığını ve sağ köşenin yüksekliğini verip, üçgenin alanını hesaplayabilir, bu tasarım harikasını üreten mühendislere ve de kalite kontrolden onay verip sevkeden kalite kontrolcülere hayır duası gönderebilirsiniz. Dolayısıyla, bu laptopu kullanmanın, iman gücü üzerinde de hatrı sayılır bir etkisi olduğunu iddia edebiliriz.

İşte böyle gençler, yerli malı yurdum malı, herkes ona bulaşmalı ! Pai ve pai elbette :)

EDİT: Mühendisliğime tüküreyim, % 15 lik açı ne yaaa, 15 derece olacaktı o, tüüüü bana tüüüüü bana. Geceyarısı yazma bi daha, rezil. (Edit tarihi: 29.05.2010 o kadar da hassasım ama )

25 Mayıs 2010 Salı

Ödül mü Yazı mı, Adını Sen Koy :)

Blog bültenimize bir son dakika gelişmesiyle başlıyoruz. Becerikli arkadaşım Casminella, "Tatlı Blog" ödülünü benimle paylaşmış. Gel dedi, al dedi, ödülünü dedi, al dedi, bloguna dedi, koy dedi :) Şimdi özetler, pardon kurallar:

  • Bu ödülü 10 tatlı blogger arkadaşa gönderilecek, göndermeyene, bundan gayri "bey" diye hitap edilecek.
  • Bu ödülle ilgili post yazıp, gönderenin linki belirtilecek, yolda görülen ilk 10 kişiye de posta konulacak. (Tedavi masraflarınız blogumuzca karşılanır, ama sırıtarak tabi ki)
  • Ödül blogumuzda yayınlanacak, ama altına da tekzip yazılacak. Tatlı değilim aslında ama olmuş bir hata filan denilecek.
  • Ödüllendirdiğiniz 10 kişi burada belirtilip ayrıca kendilerine duyurulacak. Kendileriyle ilgili en az 10 parçalı montaj kaset yapılıp blog yazarlığından istifaya zorlanacak.

Bu vesileyle sevgili Casminella'ya teşekkür ederiz. Tatlı sıfatına layık olmak için bundan sonra yaptığım tüm keklerdeki şeker ölçüsünü % 61 artıracağım.

Ben de eğer kabul buyururlarsa:

Antikahraman

Şöhret olmasına rağmen değişmeyen güzide insan Okan

İpekim

Peren

Depresan

Altın

Sevgili Dünlük

İzzet

Blog dünyasının Guizası Hasan

Burcu ile ödülü paylaşmak istiyorum.


Aslında bugün niyetim kadın- erkek ilişkileriyle ilgili yazmaktı. O niyetle de başladım ama olayı öyle bir geriden almışım ki, toz gaz bulutundan başlayınca, sadede gelemedim. Esas yazmak istediğimi sonraya bırakıp, ortaya çıkan güdük yazımsı şeyi buraya ekleyeyim dedim. Ekleyeyim de, "bir halt yazdığını sanıp, sağa sola bi de gülücük koyan saçma blog" ödülüne rakipsiz aday olayım :) Aha gene koydum, ben bu kadar sırıtık bir tip de değilim üstelik. Bildiğin buz gibi insanım, yolda görsen kış geri geldi sanırsın. Kes kes, ekle de git hadi !


"İlkokul 2 veya 3’e gidiyordum sanırım, o zamanlar memleketteyiz henüz. Okulumuz deniz manzaralı, bir eski ve bir yeni binadan oluşan güzel bir okul. Deliler gibi koşup, dilimiz bir karış sarkana kadar tepiştiğimiz kocaman bir bahçesi vardı. Bir gün bahçede yine böğüre böğüre oynarken, yan sınıftaki oğlanlardan biri çotank diye bana bir tokat atmıştı. Neye uğradığıma şaşırmıştım ama sınıftaki bilmiş kızlardan biri bana, “oğlan seni seviyormuş” dediğindeki kadar değil. O gün, bu yaş dönemindeki oğlanların, sevgilerini kızlara şiddet uygulayarak gösterdiklerini öğrenmiştim. Oysa ben o günlerde, Uzay Yolu 1999 adlı dizideki heriflerden birine , hatta ikisine aynı anda aşıktım. Büyüyüp evlenecektim ben ikisinden birisiyle. Bu sümüklü oğlan da neyin nesiydi, üstelik şapşal bana tokat atmıştı. Sonraki günlerde yaptığımız futbol maçında, bacağına yediği sağlam tekmeyi, “ o da beni seviyor” gibi algılasa da , bir süre sonra benden ona yar olmayacağını anlayıp, sıra arkadaşımın saçını yolarak aşkını ilan etmişti.

Ortaokul çağına geldiğimde ise hormonların etkisiyle garip bir yaratığa dönüşmüştüm. Tam bir oğlan çocuğu gibiydim. Evin önündeki meydanda, oğlanlarla çift kale maç eden, bisikletle akrobasi yapan berbat bişey olmuştum. Kızların hepsi sevgili peşinde koşarken, ben top peşinde koşmaktaydım. Aşık olan kızlarla dalga geçip, sokakta top oynayan ama eve gelince bebekleriyle oynayan bir tipleme. Ulan hormonlar, amma maymun etmişsiniz beni."

Hayatımı yazsam roman olur fikrinin nasıl tıkandığının resmidir bu yazı. İki paragraftan fazla etmedik yahu. Neyse bebeğim, karışık kafayla ancak bu kadar olur. Ödülün geri alınmadan bas git, huzur ver millete. Pai pai...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Bir Türk, Bir Alman, Bir İspanyol ve Bir Pakistanlı


Son günlerde yazmak gelmedi hiç içimden. Daha doğrusu öyle bir koşuşturma içindeydik ki geçen hafta, bırak bloga yazmayı, internete bile girmedim diyebilirim. Cumartesi çalıştım, pazar günü de yeni bir proje için hazırlık yaptım. Pazartesi de bizim ufaklık askerden döndü. Bir telaş, bir nümayiş. Pazar akşamı da malum, muhteşem geçti. Fenerli arkadaşlarımıza epeyce bir sataştık, hatta tartıştık. Hatta facebookta o sinirle epeyce bir silen oldu beni. Moralim bozuk aslında şu anda, maden kazasını düşündükçe fena oluyorum. Kafamı dağıtmak için yazmak istedim. Eski günlere ait bir şeyler anlatacağım bu akşam.

13-14 yıl evvel, bir fabrikada çalışıyordum, üretim müdür yardımcısı gibi bişeyim o zaman. Ama ilginçtir, müdür diye biri yok. Neyse mevzu bu değil. O zamanlar, çalıştığım fabrika yatırım yapıyordu, yeni bir üretim hattı kuruyorduk. Öyle böyle değil, her biri en az 30 metre uzunluğunda, babalar gibi makinalar alınmıştı, farklı ülkelerden. Bir yandan montaj yapıyoruz, bir yandan deneme üretimi yapıyoruz. Makinaların ikisi Almanya’dan, biri Pakistan’dan, biri de İspanya’dan getirtilmişti. Alman makinalarından birini en önce kurmuş ve çalıştırmaya başlamıştık. Diğer makina sonra geldi, makinanın gelmesinden 1-2 hafta sonra da iki tane Alman montör (bizim elemanlar onlara monitör diyordu ama olsun) geldi. Bunlar bildiğin Hans Müller tipler, sarı saçlı, kırmızı suratlı, mavi tulumlu adamlar. Büyük bir ciddiyetle çalışmaya başladılar. Sadece öğle yemeği için 1 saat ara veriyorlar, sonra akşam biz gidene kadar devam ediyorlardı. Makinayı planladıkları şekilde monte ettiler ve devreye almak için bize öğretmeye başladılar.


Adamlar tabi herşeyi düşünmüş, bir sistem kurmuş ama benim ekip 3 günde makinayı folloş etmeyi başardı. Makinanın son bölümünde asitle yapılan bir işlem var ve çözeltinin pH 4,5 olması gerekiyor. Bir türlü olmuyor, ölçüyoruz biçiyoruz, nafile. Tabi bu Müller Brothers kafayı yemek üzere, nayn nayn diye çıldırıp duruyorlar. Neyse kapattık biz makinayı, ne yapacağız diye bakıyoruz suratlarına. Bu ikisi ne yapsa dersiniz, ikisi oturup tam 5 saat (yazıyla beş) bir bilgisayar ekranından makinanın elektronik aksamını seyrettiler. Ne sıkılmak ne bunalmak, herifler bildiğin şampiyon olduğunu sanıp da sahaya dalan sahte timsahları izler gibi huşu içinde bakıyorlar. Beş saatin sonunda, “achen da bulduch “ (aha da bulduk hacı) diyip ayağa kalktılar, iki düğmeye bastılar ve işi çözdüler. Biz tabi malakcan formunda kalakaldık. Çünkü bu olaydan kısa bir süre önce, diğer Alman menşeili makina için Almanya’da yaşayan bir Türk montör gelmiş ve basit bir arıza için müdahale ederken, kurcalamadık yer bırakmayıp, makinanın tüm silindir sistemini ileri değil, geri geri çalışır hale sokmuştu. Adam Almanya’da yaşasa da sonuçta Türk işte. En son panoya kafayı attığında, işin boka sardığını anlamıştık.


Sonra bir İspanyol montörümüz oldu. Bildiğin pislik çıktı bu herif. On dakika çalışsa, bir saat yatan bir tip. Dakikası para basıyor adamın, Guiza gibi, yattığı yerden malı götürüyor. Öğle yemeklerini beğenmiyor, her öğün pizza istiyordu. Makinanın işi bitip herifi postalayana kadar anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelmişti.


Ama beterin beteri olduğunu, Pakistan’dan gelen montör sayesinde anladık. Bu amca, Hint filmlerindeki zengin kızların puşt babaları tipinde, çukulata renkli, kafasında elli tilki gezen bir amca. İlk geldiği gün, bize nerden altın alabileceğini sormuştu. Meğer daha ilk gün gelir gelmez, montaj için alacağı tüm parayı tahsil etmiş şerefsiz, ertesi gün kuyumcuya götürdük bunu. Epey bir altın toparladı bu ve iki gün sonra da bastı gitti. Eksik parça getirmişim diyip kaçtı. O makina enkaz gibi kaldı ortada. Makinada kayış yerine bildiğin naylon (bir başka deyişle leylon) çamaşır ipi vardı. Bizim kurt patron nasıl olup da o tuzağa düşmüştü, halen aklım ermez.
Uzun lafın kısası, Almanlar boşuna üstün Alman teknolojisi demiyor birader. Makinası da iyi, elemanı da. Bir tek, şu kocaman mendillerine horrrrşşş diye burun silmelerine dayanamıyordum.


Bugünlük bu kadar canım, sana bi kez de fabrikada kulaktan kulağa nasıl oynanır, onu anlatayım. Ama şimdi gideyim. Yarın önemli bir gün, başlıyoruz artık :)

Pai pai …

16 Mayıs 2010 Pazar

Ehe ehe :)


Fenerbahçe camiasına verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. 1996'dan kalan alacağımız tahsil edilmiştir :)
Tebrikler Bursaspor, tebrikler Trabzonspor. İki kupa da Anadolu'da kaldı, çok şahane oldu.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Sevap Anahtarı

Genel kültürünüze katkı yapacak bir testle karşınızdayız. Lütfen doğru olduğunu düşündüğünüz seçenekleri jiletleyiniz. Ortaya çıkacak sonuçlardan ve aracınızda bıraktığınız değerli eşyalarınızdan bilogumuz sorumlu değildir.

1) Aşağıdaki dizilerden hangisi, “fantastik dizi (gerçek dışı, doğaüstü)” grubuna girer ?

a) Başbakan’ın Ulusa Seslenişi
b) Selena
c) Kurtlar Vadisi
d) Bez Bebek
e) Yukarıdakilerin hepsi

2) Bir ihale alabilmek için aşağıdakilerden hangisi şart değildir?

a) Kafası türbanla sıkılarak düşünmesi engellenmiş bir eş
b) Badem bıyık
c) Apronda deve kestirecek kadar cüret
d) Allah’tan korkmak, kuldan utanmak
e) Bol yeşil pantolon

3) Aşağıdakilerden hangisi, liberalizmin tanımına karşılık gelmektedir?

a) O da olur bu da olur
b) Neden olmasın
c) Amannn ne sıkıyorsun canını, koy tatoşuna gitsin
d) Bunaltmayın çocukları ayol
e) Hiçbiri

4) Aşağıdakilerden hangisi, Fenerbahçe’nin kupayı alamamasının nedenidir?

a) Aşkı alevli tutmak adına hasret çekmek
b) İstikrarı yanlış anlamak
c) Finalden sonra bütünleme olduğunu sanmak
d) Ş.Urfa’da aşırı kebap tüketme kaynaklı, kaslarda aşırı laktik asit birikmesi
e) Yukarıdakilerden Guiza

5) Aşağıdaki kulüplerden hangisi, bu futbol sezonu başında, “her futbol kulübüne bir çağdışı Belçikalı teknik direktör” kampanyasına kanan tek futbol kulübü olmuştur?

a) Trabzonspor
b) Atletiko Mardin
c) Floryantina
d) Barçapaşa
e) Isparta Moskova

6) Aşağıdakilerden hangisi, Yılmaz Vural’ın çalıştırmadığı bir kulüptür?

a) Trabzonspor
b) Kasımpaşa
c) Çaykur Rizespor
d) Diyarbakırspor
e) Google’da yarım saat önce başlatılan arama halen sürmektedir.

7) “Bir defolup gider misin yaaaa” cevabı, aşağıdaki sorulardan hangisine verilmiş olabilir?

a) Naz ?
b) Naz Elmas olsam?
c) Naz Elmas olsam, hoplasam zıplasam?
d) Naz Elmas olsam, hoplasam zıplasam, filmlere sığmasam?
e) Bir biskrem versem?

8) Aşağıdaki ikililerden hangisi birbiriyle ilişkisizdir?

a) Ömer Üründül – Semih Şentürk
b) Barcelona – Kasımpaşa
c) Ednan – Beşir
d) FB – Türkiye Kupası
e) Dincilerin Asker Korkusu – Yusuf Yusuf


9) Bir kadının asla yeterince sahip olmadığı şey nedir ?

a) Kredi kartı limiti
b) Ayakkabı
c) Elbise
d) Çenesi
e) Yukarıdakilerin hepsi

10) Bir erkeğin asla yeterince sahip olmadığı şey nedir ?

a) Evlenmeye hazır olmak için gereken süre
b) Duygusal zeka
c) Daha büyük ekran TV
d) Kredi kartı limiti
e) Yukarıdakilerin hepsi

Sevap Anahtarı:

1) e
2) d
3) e
4) e
5) a
6) e
7) d
8) d
9) e
10) e

Değerlendirme:

Doğru cevap sayısı 4’ün altında olanlar: Uyumaya devam et.
Doğru cevap sayısı 4-7 arasında olanlar: Akmazsın kokmazsın !
Doğru cevap sayısı 7 ve üzeri olanlar: Bu zekayla çok yaşamazsın bebeğim.

9 Mayıs 2010 Pazar

Dünya Tost Makinası Günü

Tüm annelerin, Dünya Tost Makinası Günü kutlu olsun. Şişşşttt size diyorum heyyyyy, teyzeyi küçük ev aletlerine boğmayın, altı taksitle alınan tost makinası ile kandırmayın kadınceğizi. Gezdirin tozdurun, saate bakmadan, tüm günü ona ayırın. Evet sizi dünyaya getirmek gibi bir hata yapmış olabilir, ailenizin şişmanlık, tipsizlik, karaktersizlik bilumum kötü genlerini size miras bırakmış olabilir, hatta güdümlü terliğiyle muhtelif defalar kıçınızda, kafanızda hatırı sayılır izler bırakmış olabilir, hatta yeni temizlediği yerlere basmadan geçmeniz için uçmanızı istemiş, "basmadan yürüsene eşşoğlusu" da demiş olabilir. Ama annedir, candır, baştacıdır.

Bir gün anne olursam, gerçi hiç de kendimi düşünemiyorum anne olarak ya neyse, çocuğumun ayarlarını bozmadan büyütebilirim inşallah.

Bu duygusal yazımı okuduktan sonra gözyaşlarına boğuldunuzsa eğer, vakit geçirmeden doktora gidin anacım ya da bir tost yiyin ne bileyim, ne düşüneyim sizi be, anneniz miyim ben :) Hadeee hadeee !

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Mimlerden Mim Beğen Yavrum :)

Zevkle izlediğim sevgili La Loba sağolsun, beni de unutmamış, mimlemiş. Hastalığın etkisiyle oldukça düşük bir seviyeye gerileyen zekamla, olayı çözene kadar epeyce bir zorlandım. Ama bu sayede çok güzel bir blogu keşfetmiş oldum. Blogger panelimde 3. sırada Altın vardı, onun listesinden Sıtkısıyrık Notlar'ı seçtim.

Mime göre, gözüme kestirdiğim bir yazısından bir paragraf almam gerekiyordu. Ama link vermek daha kolayıma geldi. İzlediğimde bende de aynı tadı bırakan Ejder Kapanı filmi ile ilgili yorumlarına katıldığımı belirtmeliyim. Bir de ek yapayım, başıma birşey gelmeyecekse eğer, ben bu Kenan İmirzalıoğlu ve canlandırdığı karakterlerden feci şekilde sıkıldım.

Mim kurallarını da La Loba'dan kopyalayayım :

  • Önce mimi anlatmak gerekiyor. (Bu kısımlar kopyala/yapıştır)
  • Takip ettiğiniz bloglardan ya da blogunuzda yer verdiğiniz blog listesinden baştan üçüncü sıradaki bloga girip, onun takip ettiği bloglardan(blog listesinden) -daha evvel görmediğiniz- bir bloga tıklıyorsunuz.
  • Oradaki yazılara göz atıp birini gözünüze kestiriyor, okuyorsunuz.
  • Hoşunuza giden bir paragrafı alıp blogunuzda paylaşıyorsunuz.
  • Bu paragrafla alakalı birkaç cümle sarfetmeyi de ihmal etmiyorsunuz.
  • Alıntı yaptığınız blogun son yazısına yorum olarak bu mimi düşüyor, kendi yazınıza link veriyor ve bu blog sahibini de mimlemiş olduğunuzu iletiyorsunuz.
  • Son olarak mimlemek istediğiniz başka blogdaşlar varsa mimi onlara da yolluyorsunuz.

Ben de arkadaşlarımdan bazılarını mimlemek istiyorum. Vakit bulur da yazarlarsa çok sevinirim:

Hadi hayırlı mimler olsun bakalım :)

Not: Meyva tabağı karşı masanın ikramıdır.

7 Mayıs 2010 Cuma

Vallahi Kendimi Tutamayacağım, Bordoooo :))

Bugün nihayet eve döndüm. Pazartesi akşam işten döndüğümde, evin kapısında az daha bayılacaktım, bir titreme, bir halsizlik. Güç bela toparlandım, dört gündür şehirdışındaydım bir de. Allahtan dün ve bugün çalışmadım da, biraz dinlenebildim. Hele dün, hiç sesim çıkmıyordu. Yazının başlığına bakıp da, maçta çok bağırdın tabi, Allah sesini kısmış işte, müstehaktır deyişinizi duyar gibiyim. Ama inanın, bu maçta çok sakin ve efendi bir insan gibi davrandım. Zaten çalışmaktaydım, hasta halimle eğitim vermeye çalışıyordum. Sevdakuşum sağolsun, bana SMS atıp canlı bilgilendiriyordu. Maç bitene kadar efendiliğimi korudum, Fenerlilere fazla sataşmadım. Başka zaman olsa, bokunu eheemm ehemm, suyunu (klavyeye biber sürdüm, merak etmeyin) çıkarırdım. Ama karşı tarafın ruh halini anlayabildiğim için onları kendi hallerine ve GS ve BJK'lılara bıraktım. Bir kupayı 28 senedir alamamanın nasıl bi his olduğunu elbette kimse bilemez ama 26 senedir şampiyon olamamanın ne berbat olduğunu biliriz. O yüzden, amannnn kimi kandırıyorum ben, sesim kısık olmayaydı, ben bilirdim diyeceğimi :) (Fair play bu noktada bitmiştir, nokta)

Valla maç çok güzeldi, çarşambadan beri iki kez daha izledim de, ordan biliyorum :) Aynı gece maçın tekrarını izliyoruz annemlerle. Maçın başında, hakemin top-kale seçimi yaptırması sırasında, ödüm koptu. Anammm dedim, Samara saçını sarıya boyatıp rasta yaptırmış, şimdi ekrandan buraya akıp bizi halledecek derkene, bi baktım meğersem bizim Song'muş. Maçın sonucunu bilince ucuz espriler yapıp durdum annemlere. Annem sonlara doğru bayağı bir endişelendi. Esprilerimin basitliği, yaşım, fiziğim, mesleğim, hepsini bir kıyaslayınca, kadıncağız gece gece panik oldu. Neyse efendim, lafı uzatmayacağım. Güzel oldu yani, mutlu olduk.

Mutluluğumuz bugün daha da perçinlendi. Basketbol takımımız, Beko Basketbol Ligine yükseldi. Geçen haftasonu oynanan 3 maçı da kazanan takımımız, bugün de rakibini yenince, yükselmeyi garantiledi. Kulübümüzün diğer branşlarının da başarılı olması, bizi çok gururlandırdı.

Pazartesiden beri güzel yorumlarınıza cevap yazamadım, La Loba'nın mim ödevine başlayamadım. Hepinize teşekkür ederim.

Sözlerime son verirken; yıllardır istikrarlı şekilde kupayı alamayan fenerli dostlarımıza, naçizane bir hediye vermek istiyorum. Ben 23 Nisan'da demiştim, alın kupayla bir tur atın demiştim. Öfff bayağılaşmadan göndereyim şu postu da gidip ilaç alıp uyuyayım.

"Maç bitti, kupa bizim, hasret yine fenerin oldu". (Sevdakuşu)


Pai pai pai pai pai pai :)

2 Mayıs 2010 Pazar

Offf Offff


Sevgili blog, günlerdir sana uğrayamadım, uğrayıp da iki satır yazamadım. Bir bilsen, eşekler gibi çalışmaktayım. 1 Mayıs'ta kutlamalara katılıp anarşik olacaktım, çalıştığım için olamadım. Bu sene biber gazı ve cop olmayınca, 1 Mayıs da 1 Mayıs gibi olmadı. Oysaki yanımda bir file limonla işe gitmiştim ama hepsini geri getirdim.


Bugün bile çalışıyorum blogcum, kafa kalmadı şu anda. Hani Ajdar'a maruz kalırsın ya kanallar arası gezerken, hani Barcelona İnter'e elenir de Maurinho hareket çeker ya Nou Camp'da, hani onca akıtılan paraya rağmen Antalya gider CHP'yi seçer de küsersin ya, hani hani buzdolabında olduğunu düşündüğün akşamki yaş pastanın son dilimini kardeşinin yediğini anlarsın da kardeşinin o pis pis sırıtan suratı gözünün önüne gelir ya, işte öyle bir ruh halindeyim.


Oysa yazacak çok şey var bitanecik blogum ama birkaç gün daha gelemeyeceğim sanırım. Bensiz korkma emi bebeğim, güzel güzel bekle beni tamam mı kuşum?