31 Aralık 2011 Cumartesi

Alternatif Yılbaşı Eğlencesi !



Valla 2011 benim ve ailem için şahane bir yıl oldu. 2012'den de devamını bekleriz, terso olmasın haa fena bozuşuruz.


Ben bu ışıldaklı yılbaşı şeylerini çok seviyorum. Yıllardır da içim gider, hele o kırmızı olanlara hasta olurum. Ama elim değip de almadım bir türlü. Bu sene de gene platonik takılacağız süslere :) Bir de çarşı pazarı süslüyorlar ya ışıklarla, ona da bayılıyorum. Alışveriş etmesem de o ortamda gezmek hoşuma gidiyor. Yarın da kızımla gezeceğiz kısmetse, ilk yılbaşımız, Ayşemizle.


Akşam bir arkadaş davetine gideceğiz. Aslında herkesi eve toplama niyetim vardı ama olmadı. O değil de, esas şu tv programlarından bahsedecektim ben ya. Kaç gündür dönen tanıtımları izliyorum. Valla vardığım sonuç şu. Yılbaşına baldırbacak, böyle baya bildiğin çıplak hatun görerek girmek istiyorsan cnbc-e'den ayrılmayacaksın. 20.30'da bir başlıyor, Britney Spears ile. Konseri donla sütyenle vermiş abla. Arkasından Lady Gaga ! Onu tarif etmeye gerek var mı? O bitecek, tam geceyarısı Victoria'nın kirli çamaşırları dökülecek ortaya. Böyle 4-5 saat ortalık memeden totodan geçilmeyecek. Mahalle arası kahvehaneler için ideal bir alternatif yılbaşı eğlencesi olmuş. Bu kahvehanelerde, gündüz vakitleri, millet sırf bacak toto görmek için, kız voleybol maçlarının tekrarlarını izler :)


İşte böyle. Uzun uzun muhasebe yapmayacağım bu sene, çünkü son gün bir yamuk yapmazsa 2011, gayet karlıyım bu sene. Eyvallah, daha ne diyeyim.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Carlos, Enrico Tamam Ama Mahmut Nerde?

Biscolata Mood reklamlarını izliyor musunuz? Önce Starz reklamında topluca arz-ı endam eylediler. Şimdi de solo olarak Mood reklamında. Carlos, Enrico ve Fransız oğlan. Maşallah hepsi de yumurta gibi çocuklar. Ama insan bu reklam dizisindeki yanlışları görmezlikten gelemiyor.

Birincisi, Öropa Birliği'nin niye ekonomik kriz içinde olduğu anlaşılıyor hemen. Hepsi dalyan gibi çocuklar ama insan boş zamanında eline mandolin alıp plajda aylak aylak dans eder mi? Ağaç dallarının arasında Tarzansız Çita gibi salınır mı? Çiçek koklayıp şelalenin altında hababam banyo mu yapar? Bu nasıl bir gevşekliktir anam babam? İnsan iki çalışayım, dur bi ek işe gireyim demez mi? Bunun doğalgazı var, su faturası var. Çiçekle böcekle nereye gider bu ööeekönömi düşünen yok.

İkincisi, bu yavrular yarı çıplak geziyor her daim. Zatürre garanti, böbrek üşütmesi plase. Ayakları da suyun içinden çıkmıyor bebelerin. Yavrum üşütürsünüz, çişinizi tutamazsınız, yarın bir gün çocuğunuz bile olmaz diyen yok mu bunlara? Bak Carloscum senin yerin ayrı, sana özel olarak sesleniyorum. Yavrum o kot pantollar acaip su çeker, hemen de kurumaz. Etme yavrum, bak için filan ekşir, dakka başı tuvaletin gelir.Gazdan filan kurtulamazsın bebem.

Üçüncü ve son olarak ise, bu reklamın Mahmut versiyonu eksik kalmıştır. Şöyle esmer, bira göbekli, bildiğin bizim kavruk Mahmut. Reklam şu şekilde başlar; Mahmut, bir Sayısal Bayii'nin önünde, tutmayan kuponu üzerinde tepinmektedir. Mahmut birden kameraya döner ve :

-Selamünaleyküm, ben Mahmut. Türk'üm. Asgari ücretliyim. Boş zamanlarımda, iddaa ve sayısal kuponu doldurmaktan ve maça gidip tribünden saydırmaktan hoşlanırım. Feysten karıya kıza mesaj atıp "selam nasılsınız, çok güzelsiniz. Bu güzellikle çok yaşamazsınız." yazmaya bayılırım. Umarım benim yaptığım alayınıza giderim mood'unu seçersiniz.

Daha gerçekçi olmaz mıydı Mahmut? Olurdu olurdu.

10 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Güzel Hayat

Ayşe 10 ayını bitirdi ve hızla afacan bir kız olma yolunda ilerliyor. Her günümüz Ayşe'nin getirdiği sürprizlerle dolu şekilde geçiyor. Her gün yeni bir hareket, yeni bir kelime denemesi, yeni bir oyun derken, nasıl akıyor zaman bilemezsiniz. Baştan beri tam bir sürpriz yumurta zaten bu kız; bitter çikolata bir anne ve sütlü çikolata bir babanın, muzlu puding kızı :) Kararır, göz rengi döner, amann daha değişir diyenlere inat, bayağı bildiğin sarışın mavi gözlü bir kızımız var. Ulan kaçıncı dereceden baskın çıkıp geldin sayın gen, sayende herkese "eee benim büyük büyük halamın gözü böyleymiş" açıklamaları yapmaktayız. Tipi benzemese de huyu aynı bize benziyor. Babasıyla benim ne kadar cins özelliğimiz varsa hepsini almış. İnatçı, kafasına koyduğunu yapan, geveze, kıpır kıpır bir yavru. Ama bi tatlı bi tatlı :)

Sabah seremonilerimize bayılıyorum. Saat 7.30 sularında uyanıyor ve ağlamadan bize sesleniyor. Babası alıp geliyor yanımıza. Önce bir anne sütü emme seansı yapıyoruz. Sonra sokulup birbirimize bir yarım saat daha şekerleme yapıyoruz. Kuzunun kolu bacağı kafamızda, mis kokusu burnumuzda, uykuların en güzelini uyuyoruz. Kahvaltı faslımız da çok eğlenceli. Kuzunun bıldırcın yumurtasını haşlıyoruz önce. Hep birlikte oturuyoruz masaya. Ve çok değil, daha 7-8 ay önce, sağdan sola dönemeyen veledin, peynir sürülmüş ekmeğini ısıra ısıra yemesini izlemek bizi hem mutlu ediyor hem de duygulandırıyor. Bugünlerde kendi başına yemek yeme alıştırmalarındayız. Henüz kaşıkta başarılı olamadık, zira bizim kız 10 parmak dalıyor kaselere :) Ama katıları çok güzel kıtırdatıyor. Hem de sadece 2 dişle ! Bir de tam ocakbaşı müdavimi olacak bir gidişat var kuzuda, ver eti, ver tavuğu, ver balığı, hüpp hüpp yutuyor. Öyle tatsız tutsuz da değil, bildiğin acı soslu tavuğu yiyor çocuğum. Artık mama tarzı şeyleri yemek istemiyor. Bizim yediklerimize bayılıyor. Sebze de seviyor üstelik. Bir tek tarhana içiremedim kızıma. Kokusundan bile irrite oluyor. O mercan dudakları kilitleyip kafayı sağa sola da çeviriyor ki, annesi kaşıkla isabet kaydedemesin.

Mama demişken :) Allah kimseyi, özellikle de babaları bir başına mama reyonuna düşürmesin. Genelde ben alıyorum ama bazen eşime düşünce iş, en az yarım saat telefon görüşmesi oluyor. Gidip görmeniz gerek : Sütlü 7 tahıllı 5 meyveli, sütlü püskevitli 3 meyveli, ballı irmikli hüptrikli, elmalı muzlu yulaflı, böyleee sürüp gidiyor. Eşim soruyor telefonda, kaç meyveliydi bu mama diye :) Kızım Hero Baby'nin mamalarını sevdi. Bir sürü denedik, sonunda bulduk. Bu bebek işi valla külliyen masraf bilader. Yemesi para, içmesi para, mıçması para, oyunu para, bakımı para ama sevgisi paha biçilemez :) Hayatımızı öyle dolduruyor ki kuzum, inanın başka birşeyle ilgilenmek mümkün olmuyor. Yemek ve ütü yapabilirsem o gün kendimi başarılı addediyorum. Ne Tv, ne internet... Biraz biraz kitap okuyorum bugünlerde, hepsi o. Çünkü gezmek de istiyor kuzu. Öğle uykusundan uyanınca, yemeğini yemeden önce gezmek istiyor. Dışarı çıkmadığı günlerde terör estiriyor, resmen bunalıma giriyor velet. O uyurken koştur koştur işleri yapıyorum. Uyanınca hemen gezmeye :) Gidip geziyoruz kızımla, oturuyoruz bazen bir kafede keyif yapıyoruz. Karşılıklı kahvemizi ve sütümüzü höpürdetiyoruz :) Gün geçtikçe bizi daha çok anlıyor ve tepkileri de artıyor. Esprili şeylere gülüyor, reklamlara bayılıyor ve bana iki gündür adımla seslenmeye çalışıyor. Beşinci ayından beri anne demeye başlamıştı ama iki gündür adımı çıkarmaya gayret ediyor. Bana da eriyip gitmek düşüyor elbette.

Geçen gün izlediğim bloglardan birinde, ki o da beni izledikleri arasına almıştı, anne olanların bloglarının iğrençleştiği, kadının "biz diş çıkardık, yürümeye başladık" diye bahsetmesiyle dalga geçiliyordu. Kendince haklıdır ama bu tipik bir erkek duygusuzluğu gibi geldi bana. Çünkü çocuk annenin öyle bir parçası oluyor ki, onu kendinizden ayrı düşünemiyorsunuz. Anne olarak çocuğun her saniyesini beraber yaşayınca biz oluveriyorsun. İyi ki de öyle oluyor. Varsın iğrenç bulsunlar, izlemesinler, yazmak isteyen istediği gibi yazar.

Tekrar mizah yazmak istiyorum, gün içinde birçok şey oluyor ya da görüyorum ama vakit vakit vakit ! Kafayı toplamak çok zor oluyor. Bir gün becereceğim inşallah. Pai pai !

19 Ekim 2011 Çarşamba

Sözün Bittiği Yer De Bitti!

Yarın değilse bile birkaç gün sonra unutulacak yine o gencecik fidanlar. Sen unutacaksın, ben unutacağım, nutukların dozunu artıran siyasiler de unutacak. Olan ölenlere olacak, olan ailelerine olacak. Habur'a mahkeme kurup nerdeyse "hoşgeldiniz, ne iyi ettiniz de geldiniz" diyenler ! Bugün o intikam alacağız lafları ağzınızda hiç inandırıcı durmuyor. Sizin gerizekalı açılımlarınızla, sıfıra inen terör, cani örgütbaşıyla muhabbeti koyulaştırmanıza kadar ilerledi.

Şehitlerimize rahmet diliyorum, bizi affetsinler. Herşey yine aynı, yine aynı !

18 Ekim 2011 Salı

Öyle Bir Geçer Zaman Ki














Selam herkes ! Başlığın baydığının farkındayım ama "son durum", "en son durum", "en hakiki son dürüm" konseptinden iyidir diye düşündüm. O yüzden şöööle bir toparlama yapacağım.


Bizim velet beş aylıkken evi taşımaya kalktık ve tarihin en berbat evden eve taşıma şirketiyle anlaştık. Gece üçte sona eren taşınma işinin ertesinde, ailemin yardımlarıyla yerleştik. Çok şükür evimiz çok rahat şimdi. En önemlisi artık eşyalarımızın arasında slalom yaparak dolaşmamız gerekmiyor. Özellikle Ayşe mobil hale gelince bunun önemi iyice belli oldu. Yazın çokkk sıcak olan buralarda biz geceleri pencereleri kapatarak uyuduk. Günde 12 saat klima çalıştırırken tüm yaz toplasan 12 saat klima çalıştırmadık belki de. Ayşe de çok sevdi yeni evimizi. Özellikle aşırı sıcaklar geçtikten sonra sık sık gezmelere çıkmaya başladık kuzuyla. Öyle bir alıştı ki şimdi, kapıya gelir gelmez kanat çırpmaya başlıyor.


Beşinci ayının sonundaki doktor kontrolünde Ayşe'nin artık ek gıdaya geçmesi gerektiğine karar verildi. O dönemde sadece anne sütü alan kızım, dört ayak üstüne kalkıp yerinde yaylanarak emekleme denemeleri yapıyordu. Sadece geri vitesi çalıştığı için de geri geri gidebiliyordu :) Ek gıdalara sancısız başladık, meyveleri, yoğurdu çok sevdi kızım. Sonra gece muhallebisi, sabah kahvaltısı derken bir düzenimiz oluştu gitti. Sebzeleri de sevdi kızım, eti balığı da. Ama alışma döneminde az mama dökmedik çöpe, hele o tarhana çorbaları, öteki tarafta peşimden koşacak tencere tencere çorba var valla. Tam oturur hale gelince kuzuşa bir de mama sandalyesi aldık. Valla bu çocuk meselesi çok masraflı bişey, yediği para, giydiği para, affedersin mıçtığı bile para. Sandalyesine de alıştı kuzu. Sonra Ağustos ayında emeklemeye başladı yavruş, o ilk titrek patileri görmeniz lazım. Eve giren bir minik kertenkele sanki, pıtır pıtır gitmeye çalışıyordu. O aralar meşhur "tel sarar kızım" dalgası esmekteydi evde. Bizim muzlu puding, emeklerken elini havaya kaldırdığında aklına tel sarmak geldiği için duralamakta, sonra da kolu ağırlığı taşıyamadığı için pat diye düşmekteydi.


O günler de geçti tabi, şimdi gayet büyük bir özgüvenle ve hızla emekliyor. Dizlerinin üzerine kalkıp ayağa kalkma denemeleri yapıyor. O tatişler nasıl tatlı oluyor o anda bir görseniz. Fiziksel gelişiminin ötesinde, becerilerinin ve iletişiminin artışı inanılmaz. Acaip anneci oldu ama babayı görünce tüm yağları eriyor kuzunun. Babamız da öyle tabi, valla aşklarını kıskanmıyor değilim. Yine de ilk "anne" dedi benim bebişim. Kıçı her sıkıştığında "anniiii" diye sesleniyor bana :) Sonra "gel gel" demeyi öğrendi, şimdilerde "babağ, dedde, ennienni" diyerek kendine bir hayran kitlesi yaratmakla meşgul. Giderek çocuk oluyor benim boncuğum, dişleri de hareketlendi iyice. İlki gözüktü geçen perşembe, bugünlerde de ikincisi zorluyor. Yemeden içmeden kesildi, biraz huysuz ama yine de güçlü benim yavruşum. Gülmeye çalışıyor, konuşmaya çalışıyor. Hadi gel Ayşe dediğimde odalar arasında peşimden geziyor.


İşte böyle, tüm zamanım ona endeksli şekilde geçiyor. Kahvaltısını yaptır, uyut, uyanınca su içir, oynat, altını temizle, ara öğün yedir, banyo yaptır derken gece oluveriyor. Hayatımın en yorucu ama en güzel günlerini geçiriyorum. Artık uyusa da dinlensem derken gece vakti, sabah olunca uyansa da bir koklasam diye bekliyorum. Herşeyim yarım yamalak şu anda, yarım yamalak yiyorum, iki dakikada banyo yapıyorum. Geceleri en az 2 kez kalkıyorum. Bana en yakışanı değil, elime ilk geçeni giyiyorum. Evde bıyığı olan tek kişi de benim üstelik :) Hiçbir şeye konsantre olamıyorum, onu düşünmeden bir an geçiremiyorum. 1 yaşına gelince yavaş yavaş çalışmaya başlayacağım. Özledim çalışmayı ama Ayşe'den ayrı kalma fikri beni şimdiden kıvrandırıyor.


Şimdilik bu kadar olsun. Kuzu uyurken gidip ben de uyumaya çalışayım. Pai pai !

29 Eylül 2011 Perşembe

Bayramlık Kuzu



Bayramlık kuzu :)

19 Eylül 2011 Pazartesi

Jilet Sponsoruyum

Uzuuuuuuuuuun bir aradan sonra merhaba. Aslında vakit ayırıp da yazamayacaktım. Benim kuzu feci anneci oldu bu aralar. Odadan çıkmama bile izin yok, hani WC'ye bile beraber gidiyoruz afffedersiniz.

Son basketbol şampiyonası dün akşam bitti. Bizim takım kötü olunca, bir ara Fransa, Rusya derken en sonunda Makedonya'yı destekleyerek izledik biz de. Zerre kadar hazzetmesem de İspanya hakkıyla şampiyon oldu. Yine son derece sinir olmama rağmen, Navarro'yu izlerken hayranlık ile ulan herife bak beee arasında gidip gelen duygu fırtınaları yaşadım. Ama esas mesele de o değil. Size bir haberim var. İkiz bebek bekliyorummm dermişim :) Yok yok !

Biliyorsunuz 2013 Avrupa Şampiyonası Slovenya'da yapılacak. Bendeniz o şampiyonanın jilet sponsoru olacağım efendim. Malumunuz kirli sakal bırakmayanı basketçi yapmıyorlar Avrupa'da. Hele İspanya ! Tüm takım bakımsızzzz, pejmürde. Pau Gasol oynuyor, sakallı, o çıkıyor kardeşi giriyor, o da sakallı. Navarro desen hepten kirli sakal, o olmasa Calderon var ki, o doğuştan sakallı. Kuş yavrusu Rubio bile sakal bırakmış, hani civcive kalemle sakal bıyık çizmişsin gibi duruyor. Buna da şükür valla, bunlar eskiden iyice bakımsız çıkardı sahaya. Affedersiniz koltuk altı traşı filan hak getire, hele bir Garbajosa vardı. Kuaföre teslim etsen bir haftada ancak tımar olurdu. Allahtan o yok artık.

Uzun geyiğin kısası, 2 sene sonra elimde jiletle, yedek bençlerinin hemen arkasında pusuda olacağım. Hepsini cillop gibi etmeden gelirsem bana da A Vitamini demesinler !

Kılsız tüysüz yumurta gibi günler dileriz efendim. Pai pai !

1 Temmuz 2011 Cuma

Kuzum








Geziyoruz tozuyoruz :) Bir de taşınma hazırlıklarına devam ediyoruz.



12 Haziran 2011 Pazar

Yaz Geldi :)













Bilgisayarım sizlere ömür, bırak yazı yazmayı, günlerdir internete bile giremiyorum. Ayşe hızla büyüyor, iyice sosyalleşmeye başladı. Uyanık olduğu her dakikayı oyun oynayarak geçiriyoruz ve onun tepkilerindeki değişimler bizi acaip mutlu ediyor. Agu agular yavaş yavaş farklı seslere dönmeye başladı, artık sırtüstü yatarken yüzüstü dönebiliyor. Oyuncaklarını tanıyor, oturmaya çalışıyor, herşeye dokunmaya ve tatmaya çalışıyor. Kilosu ve boyu da oldukça güzel, geceleri çok şükür uyuyor artık. Bana da onu her gün banyodan sonra cici cici giydirip mıncırmak kalıyor :)

Bir ay içinde taşınıyoruz, daha güneşli, daha geniş bir eve geçiyoruz. Evin etrafı yemyeşil ve trafik gürültüsü, kirlilik vs yok. Ama çok işimiz var. Buralarda olamayacağım özetle. Biz yokken Ayşe'nin birkaç resmi ile idare ediniz :) Bu arada, esmer anne babanın sarışın çocuğu olabiliyor arkadaşlar yaaa, bıktık artık "neeee bu sizin mi" sorularından, valla bizim, billa bizim :)

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Anneler Günü geldi yahu :)

Evet evet geldi, çok şükür artık ben de kapsama alanındayım. İlk hediyem Ayşe oldu, Ayşe'nin hediyesi de uzun zamandır istediğim Sinbo Ekmek Makinası oldu. Kısacası artık Dünya Anneler Tost Makinası gününe ben de dahil oldum :)

Muhteşem Vestel laptopum arızalandığı için gelemiyorum ama yakında geleceğim inş. Öpüldünüzzzz.


27 Nisan 2011 Çarşamba

Kısa Bir Özet :)

Bloglar kapatılmadan hemen önce doğum maceramızı anlatmıştım. Doğumdan sonraki ilk hafta çok rahat geçti. Ayşe 3 saatte bir uyanıp emiyor, altı temizlenip tekrar yatıyordu. Ne yalan söyleyeyim, ne varmış bebek büyütmekte, millet amma da abartıyormuş diyordummm ki, 1 hafta sonra gece nöbetlerimiz başladı :)



Gece uyuyamamak fena birşeymiş, hele o sabaha karşı insan nasıl kötü oluyor. Ayşe'nin gece uykusuzluğu son bir haftamıza kadar devam etti. Gece sabaha kadar uyanık kalıp sabah veya öğlene doğru uyuyordu. Ben de o uyurken önce yemek vs işleri yapıp, sonra da uyuyordum. Böyle Batman gibi acaip bir hayatımız oldu :)

Ayşe düşük kilo ile doğmuştu. İlk ay kontrolünde, bize herkes tarafından şiddetle tavsiye edilen doktorumuza kontrole götürdük. 600 gr aldığı için çocuğun aç kaldığını, sütün yetmediğini ve mama verilmesi gerektiğini söyledi. Zaten çok hassas bir dönemdesin, bir de doktor üstüne böyle söyleyince o an ben kopmuşum, nasıl üzüldüm, nasıl kahroldum. Çocuğumu aç bıraktım diye vicdan azabı mı istersin, süt neden yetmiyor diye kafayı takmak mı istersin, her türlü olumsuzluk üst üste :( Neyse bize söylenen mamayı aldık ve eve geldik. Çocuk aç kaldı psikolojisi ile sürekli ağzına mama veya meme vermek istiyorum, çocuğum uyuduğu halde uyansa da yese diye sabırsızlanıyorum. Uyanınca mama verdim, içti biraz, içsin diye zorluyorum. Çocuk üstüme başıma kustu, o ağlar, ben ağlarım. Banyoya aldık kızımı, annem olmasa ne yapardım bilmiyordum, çocuğu tutup da yıkamayı beceremedim o anda. O gün sarhoş gibi gezdim, Nurturia'ya girdim, sorunu paylaştım oradakilerle ama kafam 1500. Annemler, eşim, üzülme bak karnı doyarsa daha güzel uyur, rahat edersin dediler ama hiç öyle olmadı. Mamayı sindiremeyen kızım, gaz sancısından mahvoldu, kakasını o kadar ıkınarak yapmaya başladı ki, ağlamaktan mahvolduk ikimiz de. Poposu, o güzel pembiş poposu kıpkırmızı oldu, hem de yaralar çıktı hemen. 3-4 gün böyle geçti, mamayla rahat ederiz derken çocuğumuz hasta gibi oldu.

Hemen doktora koştuk tabi, doktor hımm dedi. Mamayı sindirememiş, şu mamayı verelim dedi. Yanında da laktaz enzimi damlası. Gidip bu yeni mamadan aldık, içimiz rahatladı biraz. Ama herşey daha kötüye gitti. Çocuğum mama yemek uğruna ilaç içmek zorundaydı ve durum fena halde gücüme gidiyordu. Bu arada sütüm azalmasın diye uğraşıyorum ama zaten az olan uykumuz hepten gitti. Ayşe kırkını çıkardığında annemler evlerine döndü ve sonraki 2 gün, sadece ikimiz varken, Ayşe gün boyunca hiç susmadan saatlerce ağladı. Eyvah dedim, ben herhalde bu çocuğa bakamayacağım yalnız başıma. Meğer kuzum sancıdan ağlarmış, ne emebiliyor ne uyuyabiliyor. Gece vakti baktık olacak gibi değil, eşimle aldık kızımızı, doğru Acil Servise. Orada tecrübeli bir doktor vardı, mama verdiğimizi duyunca acı acı güldü :( Kızıma masaj yaptı, bir de fitil verdi. Kuşum 5 dk sonra rahatladı ve uyumaya başladı. Bu arada telefonla aradığımız doktorumuz, ertesi gün getirin bakalım dedi. Gece vakti bir de Ayşe'nin kaka yapmasını bekledik ki, tahlil yapılabilsin. Sabah 5 civarı yapınca, babamız apar topar hastaneye gitti tekrar. Çok şükür temiz çıktı.

Ertesi gün babamız işe, biz de hastaneye gittik. Baktım ki doktor gene hımmm şu mamayı verelim bir de diyince yeter ulannn dedim içimden. Hala bana mama broşürü vermeye çalışıyor, üzerinde kaşesi basılı tabi. Anlaşıldı dedim, senin derdin çocuğumun sağlığı değil, mama firmasından gelecek promosyon. Aldım kızımı eve geldim. Ona sadece sütümü vermeye karar verdim. Ana Çocuk Sağlığı'ndaki kontrollerde ebe herşeyi normal buluyordu ve mama vermeme karşı çıkıyordu. Bu kez onu dinlemeye karar verdim. Kızıma sadece anne sütü vermeye başladım, sadece çok mecbur kaldığım durumlarda mama veriyordum. Onu da çoğunlukla içmiyordu, bir kutu mama içilmeden hazırlanıp hazırlanıp döküldü diyebilirim. Olsun varsın, çünkü sütüm kızıma yetmeye başladı, belki de hep yetiyordu :( İlk kontrolümüze 10 gün vardı ve biz merak içindeydik. Ama kızım çok şükür, gözle görülür derecede kilo aldı ve içimiz rahatladı. Kontrolde de kızımın gayet güzel kilo aldığı, boy attığı görüldü.

Bu arada doktorumuzu da değiştirdik. Anne sütünü destekleyen, mama, ilaç yazmaya kalkışmayan iyi bir doktor bulduk. Şu an kızım sadece emiyor ve ikimiz de çok mutluyuz. Çünkü emzirmek , o anda onunla harika bir bağ kurmak anlamına geliyor ve bu müthiş birşey.

Bu süreçte eşim hep yanımda oldu, yorulduğum anlarda kızımıza o baktı, benim uyumamı sağladı. Yemek saatlerinde kızımız uyanıksa, önce benim yememi bekledi, o kızımıza baktı.

Nisan ortasında İzmir'e gittik, yolda güzelce uyudu kızım. Orada dünyaya hoşgeldin mevlüdünü yaptık. Annemle babam çok uğraştı, çok yoruldu ama güzel bir mevlüt oldu. Kızım gelinlik giydi, hoca kulağına ezan okuyup adını söyledi 3 kez. O an öyle duygulandım ki, gözlerimden yaşlar aktı.

Şimdi gideyim, kızım uyanıyor :)

23 Nisan 2011 Cumartesi

Ahaaanda Blog Açılmış

İyi ki bakmışım yahu, blogun açıldığından haberim yoktu. Heyecanlandım valla, özlemişim keratayı.

Bu arada kızım büyüdü, annesinin canına okuyan bir tombik oldu. Anlatacak çok şey birikti, ilk fırsatta inşallah.

1 Mart 2011 Salı

Flaşbek : 20 gün öncesi :)

Bugün 20. günlük oldu kızım ve hayatım 20 gündür, hiç olmadığı gibi değişik bir hayat oldu. Bir kere herşey altüst oluyor, benden söylemesi. Ama kötü manada değil :) Mesela, gündüzleri uyuyup geceleri cin gibi ayakta geçiriyorsunuz. Söylemesi ayıp ama kızımın gece hayatı var maalesef. Gündüz 3 saatte bir uyanıp, masum masum sütünü emen, altını değiştirince de uykuya hemen dalıveren kızım, gece 12'de huy değiştiriyor. Gözler böyle kocaman kocaman açılıyor ve birazdan uyur herhalde beklentisinde olan annesini yalanlarcasına bakıyor. Biz de kızımla içmeye gidiyoruz geceleri. Mutfakta ben suyumu içerken, o da iki meme haline dönüşen annesinden sütünü içiyor. Böyle karşılıklı akıyoruz alemlere :) Bugün 4. banyosunu yaptı, suya bayılıyor. Ayağı suya değer değmez ağlamayı kesiyor ve onu evire çevire yıkamamıza izin veriyor. Yaa yavrum zaten piliç gibi minik, çıtır bişey, banyoda ağlasa yıkamam imkansız olurdu sanırım.

Gelelim şu flaşbek olayına. Biraz doğum maceramızdan bahsedeyim. 1 Şubat'taki doktor kontrolümüzde, doktorumuz erken doğumla ilgili bir risk görmediği için, 39. haftanın içinde yapabiliriz demişti. Bu sebeple 8 Şubat'taki kontrole, en erken ihtimalle 11-12 Şubat'ta olur diye düşünerek gitmiştik. Babamızın da işleri öyle bir sıkışıktı ki, tamamı tarihinde teslim edilmesi gereken projeler yürütüyordu. Biz de planlarımızı 11-12'sine göre yapmıştık. Ammmaaa :) kontrolde doktor, "suyumuz çok azalmış, bebiş gelmeye hazır, bugün alalım" demez mi ! Güya aylardır bu ana hazırlanan ben, başladım kekelemeye, ama ama doktor, yani biraz daha bekleyemez mi :) Doktor, ertesi güne bekleyecek kadar müsterih olamadığını söyledi, ancak NST çekildikten sonra içi rahat etti ve hastanedeki yoğun ameliyat trafiğinden dolayı ertesi güne razı oldu.

Eve geldik ama benim elim ayağım titriyor heyecandan. Eşim bir yandan işlerini organize ediyor, anneler hafif panik halinde, ben desen bir leyla durumundayım. Tüm öğleden sonrayı dinlenerek, kızımla konuşarak ve dua ederek geçirdim. Akşam çorba ve kompostodan oluşan hafif bir yemek yiyip, yatmaya çekildim. Uyuyabildin mi derseniz, elbette hayır. Ara ara içim geçerek, sabahı buldum. Sabah güzel bir duş alıp, erkenden hastaneye gittik, ben, eşim ve babam. Hastanede bize, yakın arkadaşım Ümmühan katıldı. Saat 10.30 gibi odamız boşaldı ve hazırlık için odaya alındım. Olacaklardan habersiz olan kızım bu arada kıpır kıpır oynuyordu içimde ve ben garip bir hüzün içindeydim. Birazdan ona kavuşacak olsam da, sanki onu benden söküp alacaklarmış gibi de bir duyguya kapılmıştım. Ameliyattan korkmuyordum, sadece içimden gelen hıçkıra hıçkıra ağlama isteğini bastırmaya çalışıyordum. Kızımla buluşabilmem için onunla vedalaşmam gerekiyordu. Bir daha bana bu kadar yakın olamayacaktı, onu korumak o kadar kolay olmayacaktı. Neyse ben bu duygusal triplerdeyken, benim minik arkadaşım Mutluş daha fazla beklemeye dayanamayıp hastaneye gelmiş, bana güzel, kocaman bir moral öpücüğü verdi. Bebeğe de kıyafet almış :)

Hemşirelerin beni hazırlamak için odaya girmesiyle birlikte süreç başlamış oldu. Herkes dışarı çıkarıldı. İğrenç lavman işleminden sonra, ağrılı olması beklenen ama sürpriz şekilde birşey hissetmediğim sonda takma işlemi yapıldı. Ameliyat kıyafetini giydim, hani bu tatoşu açıkta bırakan tuhaf kıyafet :) Bana hiç yakışmadı, kırmızısı var mı dedim, yokmuş :) Neyse, sedyeye yattım bir güzel, odadan çıkardılar beni. Eşimin yüzünde endişe, heyecan var, bana "Arzuş, ben burdayım" dedi. Hepsine el salladım ve ameliyathane katına indirildim.

Ameliyathanenin içerisi bir değişik, sanki büyük bir otelin restoranına getirilmişim de, az sonra benden Arzu İncik pişireceklermiş gibi geldi. Tabi bu salakça fantezim , ameliyat masasına alınınca sona erdi. Hepsi son derece pozitif ve güler yüzlü olan ameliyat ekibi, beni hazırlamaya başladı. Uzun saçlı, karizmatik bir anestezi uzmanı, epidural sezaryen olacağı için belime yapacağı iğne için beni yan çevirdi. Bir başkası bacakları karnıma çektirdi, başımı karnıma bastırdı, ulan ölüyozzz burda diyecek oldum ama sakın kıpırdama dediler. Fazla acı vermeyen kısacık bir işlemden sonra serbest bıraktılar, zaten o anda göğsümden aşağısına acaip bir sıcaklık yayılmaya başladı. Sol tarafım hemen uyuştu, sağ tarafım hala kıpırdıyor. Durun kesmeyin beni dedim, halen hissediyorum dedim, heee heee diyip güldüler bana :) Yalnız bu hissizlik pek fenaymış, ayakların orda ama hiç hareket ettiremiyorsun filan, fena yani. Bu arada doktorum geldi, Ayşe'nin doktoru geldi ve ameliyat başladı. Doktorum beni sürekli konuşturuyor, voleyboldan, rock müzikten bahsediyoruz. Ne zaman başlayacak derken, bana hazırsanız başlıyorum dedi. Tabi tabi buyrun, tükkan senin dedim. Meğer ameliyat çoktan başlamış, 2-3 dk içinde bir bebek ağlaması duydum, sanki bir TV'den veya radyodan gelir gibi bir ağlama sesi. Allahım bu O mu diye sordum hemşireye, evetttt dedi, kızın geldi bile. O an bir duygu karmaşası, ağlamakla gülmek arası bir duygu. Sağ tarafa bak, kızın orda dediler. Bi baktım, pembe pembe bir kız, doktor amcası kontrol ediyor. Yanıma getirdiler, dokun hadi dediler, dokundum, nasıl sıcak, nasıl yumuşak. Benim kızım o dedim, yine güldüler bana. Hadi üşümesin kızın dediler, alıp götürdüler. Sonrasında bende bir huzur, kızım sağsalim geldi ya, ameliyat on sene sürse bile sesim çıkmayacak. Saat 11.50, kızım dünyaya geldi o saatte, o ameliyathanede, buz gibi o odada sıcacık, pembe bir kızım oldu. Saat 12.15 gibi ben de ameliyathaneden çıkarıldım, ne ağrı var ne sızı var, sadece merak, özlem, biraz korku. Eşim kapıda bekliyor, aynı duygular onun yüzünde de mevcut, Arzuş iyi misin diyor. Beraber çıkıyoruz odaya, kızım ağlıyor, tüm odayı doldurmuş sesi. Cicilerini giydirmişler, kundağa sarmışlar, beni bekliyor kızım. O an ağladım işte, kızımla kavuşma anımız, kucağıma ilk alışım. Ufacık, 2880 gr , 49 cm doğmuş kızım, gözleri, yüzü şiş, ulan bi de sarışın bu bebek, esmer bir anne babadan, yok yok tipi aynı biz, burun benim burnun kopyası.

Hemşire geliyor sonra, belden aşağısı uyuşuk bedenimi kontrol edemediğim için yatar vaziyette memeye tutuyorlar bebeğimi. O minik beden, nasıl bir içgüdü ile doğduysa artık, sanki o ana hazırmış gibi hırsla sarılıyor memeye. Henüz süt yok, minik bedeni de yorgun ama bebeğim tam bir saat emmeye uğraştı, kan ter içinde kaldı ama vazgeçmedi. Ümmühanla beraber gün boyu emmesi için uğraştık. Onun o gayreti olmasaydı, sütüm o kadar erken gelir miydi, mamanın kolaycılığına kendimi bırakmamı başka birşey engelleyebilir miydi bilmiyorum ama kızım hiç vazgeçmedi. Aç kalmasın diye gece vakti verilen mamayı bile zor emdi, biberonu sevmedi. Kucağımda huzur buldu, kolumun üstünde tam 3 saat kıpırdamadan yattı uyudu. Ne çok özlemişiz biz birbirimizi, kimse bizi ayırmaya kıyamadı.

Akşam saatlerinde beni ayağa kaldırıp yürütmek için hemşire ve Ümmühan bana yardımcı oldular. Anestezinin etkisi geçince, yapılan ağrı kesicilerin işe yaramasına rağmen, o ilk ayağa kalkmalar çok acı vericiydi. Bedenim ortadan ikiye bölünecek gibi oldu, o küçücük hastane odasında, odanın kapısı nasıl o kadar uzak göründü bilemedim. Ama yürümek işe yaradı, malum ameliyat sonrasında gaz çıkarma zorunluluğu var. Bol bol su içip bi de yürüyünce, gece vakti o işi hallettik. Gece boyunca kızımı kucağıma aldım hep, kollarım ağrıyana kadar yanımda tuttum.

Sabah kontrollerimiz yapıldı ve taburcu edildik. Eve gelince insan kendini daha iyi hissediyor. Üstelik doktorum hemen o gün banyo yapmama bile izin verdi. Sonrası, sonrası güzel işte, minik bir melek, benim, bizim meleğimiz. Onu dilediğimiz kadar kucağımızda tutabiliriz, sevebiliriz, bizim o, bizim kızımız.

Hayatımın en güzel 9 Şubat'ını bana armağan eden kızıma, iyi ki doğdun diyorum, Allah'ın en muhteşem armağanı, minik mucizem, yıllardır beklediğim, babasının özlediği, minik Ayşesi, Ayşem, iyi ki doğdun kızım...

23 Şubat 2011 Çarşamba

Ayşeli Hayat, Neşeli Hayat, Endişeli Hayat

Kızım bugün 14 günlük oldu. 8 günlükken göbeğini düşürdü, 11 günlükken ilk banyosunu yaptı. Hayatımı, hayatımızı şimdiden tamamen sardı, doldurdu, güzelleştirdi. Onun istem dışı gülücüklerine bayılıyoruz. Uyanır uyanmaz meme araması, ağzını minik bir kuş gibi sağa sola döndürerek açması bizi çok güldürüyor. Ama annelik babalık hep suçluluk duygusuyla geçiyor sanırım. Yeterince doydu mu, poposunu silerken acıdı mı, gazı yeterince çıktı mı vs vs, endişeler hep sürüyor işte. Ayşeli hayat, hem neşeli, hem de endişeli bir hayat. Altı saatten az uyuduğunda sarhoş gibi gezen ben, günlük bir saatlik uykuyla canavarlar gibi dolaşmaktayım. Ne ağrıyan sırtım, ne acıyan gözlerim umrumda olmuyor. Kızımın yaygarayı kopardıktan sonra mememe sokulup küçük bir kuş gibi saklanması, gazını çıkarırken başını getirip boynumun altına yerleştirmeye çalışması beni bitiriyor.

Şimdilerde uyanmak üzere, ben ufak ufak kaçar...

16 Şubat 2011 Çarşamba

Biz Geldikkkk :)

09.02.2011 saat 11.50'de Ayşemiz dünyaya geldi. Bir hafta çok hızlı geçti. Hayat şimdi bambaşka, fırsat bulunca uzun uzun yazacağım. Hepimiz çok iyiyiz. Resimden de gördüğünüz üzere kızım objektiflere yakalandı ve şu açıklamayı yaptı: "Bir iş yemeği için biraraya geldik."

Güzel dileklerini ileten tüm güzel dostlara teşekkürler...

8 Şubat 2011 Salı

Yarın Doğum Günümüz

Bugün son kontrolümüz oldu. Kuzumun yarın doğması gerektiğine karar verildi. Elim ayağım titriyor heyecandan, sanki hiç bitmeyecek gibi geçen bir sürenin ardından, off ne bileyim, çok karışık işte. Yarın Allah izin verirse kızımla tanışacağız, ailemiz üç kişi olacak. Evde kızların sayısal üstünlüğü olacak. Muayeneden geldiğimizden beri ağlamaklıyım, karmakarışığım. Şimdilik haber vereyim istedim. Dualarınızı eksik etmeyin olur mu?

27 Ocak 2011 Perşembe

% 100 Garantili Satış ve Pazarlama Teknikleri

Beş yıl kadar önce, bir müşterimiz adına, ulusal bir gazetenin İK ekine iş ilanı vermiştik. Bu ilandan sonra, şirketimizin e-posta adresine bir sürü ıvır zıvır posta gelmeye başladı. Yaklaşık üç senedir büyük bir istikrarla e-posta gönderen bir şirket var, daha doğrusu şirket olup olmadığından bile emin değilim.

Gelen içerikte, % 100 garantili satış ve pazarlama tekniklerini anlatan bir CD'nin tanıtımı var. Bu CD'yi alırsak, züper alles bir satış performansı yakalayacakmışız. Ulan bu CD işe yarasa, senin üç senedir bana ondan bir tane satmış olman gerekmez miydi??? Madem bu kadar garantili, neden satamıyorsun? Bak bir iyilik yapayım, sana sebepleri yazayım:

  • Gönderdiğin e-posta adresin yahoo uzantılı ! Madem şirketsin, neden şirketin web sitesi yok? Oysa bu devirde ne satacaksan sat, önce iyi kötü bir web siten olacak.
  • CD'ni tanıtacak bir broşür veya katalog hazırlamamışsın. CD içeriğini e-postanın gövdesine yazmışsın.
  • Elektronik ortamda büyük harf kullanmanın bağırmak anlamına geldiğini dahi bilmiyor olacaksın ki, yazıların yarısından çoğu büyük harfle yazılmış. Bu tarz bir e-postayı ancak, alibaba.com gibi ticaret sitelerini işgal eden, Batı Afrikalı dolandırıcılar yazar.
  • Beni e-posta listene dahil etmişsin ama listenden çıkmak için bana hiçbir şans tanımamışsın. Spam olmayı hakediyorsun bebeğim !
  • Haa bi de, artık internet diye birşey var. İçerik diye yazdıklarını, google'a yazınca, hele bir de İngilizce arama yaptırınca zibilyon tane kaynak bulunuyor. Güle güle Numannn !

İşte böyleyken böyle sevgili dinleyicilerim. Aaaa unutmadan birşeyden daha bahsetmek istiyorum. Biliyorsunuz, hijyen açısından katı sabun yerine sıvı sabun kullanmanın daha uygun olduğu artık bir gerçek. Bu sebeple biz de evde uzun süredir sıvı sabun kullanıyoruz. Bir sürü marka denedik, hele Ayşe'ye hamile kaldıktan sonra daha da fazla. Ama istediğimiz gibi bir ürün bulamadık. Kimisi ya elleri aşırı kurutuyordu, kimisi ise yıkamanıza rağmen elinizde temizlik hissi vermiyordu. Bir arkadaşımızı ziyarete gittiğimizde, evindeki sabun benim ve eşimin çok hoşuna gitti. Lifebuoy marka olduğunu öğrendik. Kipa'dan aldık, normalde 900 ml'si yaklaşık 10 lira idi ama kampanyada 1+1 aynı fiyata satılıyordu. Fiyatı diğerlerine göre pahalı olmasına rağmen, sadece küçücük bir damlası ile süper temizlik sağlanabiliyor. Elleri aşırı kurutmuyor, hem de antibakteriyel özelliğe sahip. Ürün ismi vermek çok adetim değildir ama performans ve fiyat açısından bize çok uygun geldi. Denemenizi tavsiye ederim.

Şimdilik bu kadar...

24 Ocak 2011 Pazartesi

Sona İki Kala

Bugün yine kontrolümüz vardı. Yarın 36 haftamız bitiyor. Ayşe'nin ultrason muayenesi iyiydi, hatta doktor amcasının ultrason cihazını bile tekmeledi. Herhangi bir sorun olmazsa ya da Ayşe erken gelmeye kalkmazsa 2 hafta sonra sezaryenle dünyaya gelecek inşallah. Geçen hafta NST (bebeğin kalp atışlarını ölçen, rahimdeki kasılmaları kontrol eden ve de bebeğin hareketlerinin sayıldığı bir test) çekiminde uyuyakalan kızım bizi çok güldürmüştü. Bu sabah kahvaltıda epeyce bir yedim, üstüne de 2 tane acıbadem kurabiyesi götürünce, kızım test sırasında coştu :) Onun kalp atışlarını dinlemek öyle güzel ki... Bedeninde, kendi kalbinin dışında minik bir kalbin atıyor olması acaip bir duygu.

Ayşem geçen haftadan beri 100 gr almış, ben de 100 gr zayıflamışım. Sanırım 3 kg civarı doğacak. Doktor kilo gelişimini normal buldu. Gebelik şekeri yüzünden iri bir bebek olacak diye, ileride şeker hastası olma riski yüksek olacak diye çok korkmuştum ama olmadı çok şükür.

Pazar günü kızımın dolabını yerleştirdik, yatak örtülerini serdik. Doğum çantamızın eksiklerini tamamladık. Herşey hazır sanırım, iş artık Ayşe'ye kaldı :) Bi de doğurmayı becerebilirsem bu süreç bitecek ve yeni bir hayat başlayacak. Küçük kuşum, boncuk kızım sesiyle, nefesiyle, minicik bedeniyle, tüm hayatımızı dolduracak.

Şimdilik bu kadar...

22 Ocak 2011 Cumartesi

İsim Sorunsalı Üzerine Korsan Yazı

Bir alttaki yazı ile geçici süre yayına ara vermiştim ama bugün kendimi iyi hissedince yazayım istedim. Annem 1 haftadır yanımda, herşey daha kolay artık. Ayşe'nin tüm giysilerini, nevresimlerini, battaniyelerini kendi ellerimle yıkayıp tek tek ütüledim. Hayatımın en zevkli ütüsüydü, minik minik eldivenler, komik başlıklar, şirin tulumlar derken :) Şimdi yerleştirmek için dolaptaki cila kokusunun tamamen çıkmasını bekliyoruz, birkaç güne kadar o da hallolur sanırım. Doğum çantalarımız hazır, kızıma ayrı, bana ayrı çanta yaptık. Şimdilerde sadece gün sayıyoruz. Az kaldı az kaldı az kaldı :)

Konumuza dönecek olursak, bir isim sorunsalıdır gidiyor efendim. Bizim isim yıllardır belli olduğu için isim koyma konusunda zorlanmadık. Erkek olsaydı biraz düşünmemiz gerekecekti tabi. Esas problem, konulması planlanan / konulan ismin gerekçeli kararını eşe dosta açıklamak. Bu sürece girmiş olanlar evet yaaa diyecektir, girecek olanlar varsa da Allah şimdiden kolaylık versin. Çünkü bu konu aşağıdakine benzer bir şekilde seyretmektedir:

Eş dost: Bebeğin cinsiyeti belli oldu mu?
Anne: Kızımız olacak teyzesi / amcası.
Eş dost: İsim düşündünüz mü?
Anne: Evet, Ayşe olacak adı.
Eş dost: Hıııı, sadece Ayşe mi?
Anne: Eveeet.
Eş dost: İki isim düşünmediniz mi? Ayşesu, Ayşenur filan?
Anne: Ben öyle sulu nurlu isim sevmem !
Eş dost: Birisinin adı mı Ayşe?
Anne: Ayşe adında akrabalarımız var evet ama esin kaynağımızın onlar olmadığı kesin. Seviyoruz bu ismi.
Eş dost: Hııı, neyse, siz bilirsiniz, Ecrin nasıl? Efla filan?
Anne: Ecrin'in anlamını biliyor musunuz? Ücret anlamına geliyormuş ???
Eş dost: Höönkkk !
Anne: Hönnk ya, bi git başımdan. (İç ses)

İşte böyle insanı sinir eder bu eş dost. İlla salgın haline gelen isimler koymanızı beklerler. Bi de dinci eğilimler varsa, o uzun uzun ikili isimler insanı deli eder. Ufacık velede Mahmut Sabrullah ismini koyup iki isimle birden de seslenmezler mi, ayyy çıldır çıldır ! Ben ki ilkokul 1'den beri iki isimli olmanın tüm gıcıklıklarına maruz kalmışım, töbe Allah çift isim koyar mıyım?

Merak edenler için dipnot: Ayşe, eşimin çocukken oynadığı yastığına koyduğu isimdir, ayrıca da çok severiz :)

İyi hisseder de gelirsem görüşürüz, gelemezsem bir alttaki tüm dileklerim aynen geçerlidir. Pai pai :)

9 Ocak 2011 Pazar

Sanırım Tatil Zamanı

Sağlığım ve Ayşe'nin durumu iyi çok şükür. Hatta bugün sinemaya bile gittik, Eyvah Eyvah 2'yi izledik. Sinemadaki yüksek ses, Ayşe'nin film boyunca bilumum judo, karate vs denemelerine sebebiyet verdi. Ama yorulduk biz, çok yorulduk, yorulmaya başladık. Dün akşamüzeri kızımın mobilyaları geldi, sürpriz yapıp 1 hafta erken getirdiler. Normalde bugün yatağını hazırlamış ve tüm eşyalarını dolabına yerleştirmiş olurdum ama çok yorgun hissettim. Yemek yapmak zoruma gitmeye , her öğün dengeli olsun diye uğraşmak yorucu olmaya başladı. Yemek yaparken yere düşürdüğüm ve de çömelip alamadığım nesnelerin sayısı artıyor. Bir sap pırasa, dün bütün gün mutfak halısının üstünde kaldı. En çok da boş su şişelerini düşürmeye başladım. Annemler önümüzdeki haftasonu geliyor, Şubat'ta da kayınvalidem geliyor. Son virajlara girerken, artık desteksiz zor idare edeceğimi gördük.

İşte bundan dolayı, artık blogun sahibi tatile çıkmaya karar verdi. Hayırlısıyla doğumdan sonra, ilk uygun fırsatta döneceğim inşallah ama şimdilik bilemiyorum. Bizi senelerdir hasretle bekleten kızımızla uzunnnn uzunnnn özlem giderip, biraz da tatoşlarına tatoşlarına vurup seni gidi tembel Ayşe, nerdeydin bunca zamandır demek istiyoruz. O yüzden geçici süre buralarda olamayacağım. Her zaman beni ziyaret eden, yorumlarıyla destek veren tüm dostlara teşekkür ediyorum. Ben gelene kadar:

  • Casminella, yaptığı o güzel takıların ve pastaların sayısını artırsın
  • Anti, Mete ile barışsın
  • Okan, 14 Şubat'ı boş geçmesin, dereotunu da bi denesin
  • Peren çok çok mutlu olsun, depresif olmasın
  • Depresan istediği her filmi izlesin, her konsere gitsin, her kitabı okusun
  • İpeğim en kısa sürede Ayşe'yi görmeye gelsin
  • Altın teyzesi de öyle
  • La Loba, Londralarda üşümesin, Pilli Bebek ve O'nunla sıcacık hissetsin
  • A-H, kertensiz tatiller yapabilsin
  • Absalom her daim hislensin
  • Hasan kilo alsın
  • Burcu'nun sıtkı daha az sıyrılsın
  • Selçuk annesini daha sonra aramasın, o an cevap versin teyzemize
  • Okuyan herkesin başına iyi şeyler gelsin.

Görüşmek üzere, hoşçakalın. Pai pai...

7 Ocak 2011 Cuma

Son Durum

Dün kontrolümüz vardı. Herşey gayet iyi çıktı. Ayşem 2050 gr olmuş, annesi yani ben de sadece 200 gr almışım. NST'si de iyiydi. Bekleme salonunda karnımı şekilden şekile sokan kızım, doktor amcası muayeneye başlayınca uslu kız numarası yapmaya başladı. Doğum muhtemelen sezaryenle 8-10 Şubat civarı olacakmış. Böyle tarih netleşir gibi olunca heyecan çok arttı tabi. Bir süredir sadece doğumu ve Ayşe'yle ilk temasımızı düşünür oldum, hadi itiraf ediyorum, düşünüp düşünüp ağlar oldum. Ulan en sonunda hamile duygusallığına geçtim beaa...

Kızımın bedenimde yarattığı değişiklikleri izlemek hoşuma gidiyor. Karnım büyüdü iyice ve kızım en sevdiği gerinme hareketini yapınca, karnım İran'ın Şahap füzeleri gibi bir acaip oluyor. Onunla iletişim kurmama engel oluyor gibi hissettiğimden, karnımı açıp Pala Remzi gibi oturuyorum. Bebeğin ağırlığını taşımak için bel çukurunun bile şekli değişiyor, inanılmaz bir süreç. Ve çatlaklar, kızımın bana bıraktığı o güzel izler... Onları bile seviyorum tek tek, hepsi Ayşemin varlığı sayesinde varlar, öyleyse çok güzel bişey onlar.

Burnum büyüme konusunda karnımla yarışıyor adeta ve uykular bastırmaya başlıyor yavaş yavaş. Gündüz uykuları çok tatlı geliyor, geceler ise zor geçiyor. Karanlıkta uyumak, hele de yorgan örtmek çok zor, hala pike ile uyuyorum. Ama olsun, her gecenin sonundaki sabah, Ayşemin gelişine biraz daha yakınlaşmış oluyoruz.

Sanırım yakınlarda blogla bir süreliğine vedalaşacağız artık. Ama iyiyiz, mutluyuz, heyecanlıyız.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Ailemizi Tanıyalım

Canım kızım,
33 haftadır bizimlesin. Günbegün büyümeni, hareketlerinin değişimini izliyoruz babanla. Hayatımıza kattığın mutluluğu ve heyecanı tahmin edemezsin. Şimdi böyleyse bir de doğduğunda nasıl olacak acaba diyip duruyoruz sürekli. Dünyaya geldiğinde demiyorum çünkü zaten dünyadasın, dünyamızdasın. Sen geleceksin diye nasıl hazırlandık görmen lazım kızım. Babanla bütün cicileri aldık, evin şeklini değiştirdik. Senin eşyaların için yer açtık. Geçen hafta odanı boyattık güzelce. Önümüzdeki hafta karyolan ve dolabın gelecek kızım. Sonra Allah izin verirse, cicilerini yıkayıp yerleştireceğiz. Sana özel deterjanlar, yumuşatıcılar alındı bile. Geçenlerde sana ilk paket bezini de aldık. Babanla meraklanıp açtık paketi. Allahım nasıl ufacık o bez öyle :) Seni içinde hayal ettik, nasıl minik bir kız olacağını gözümüzde canlandırmaya çalıştık.
Bizim kızımız olacağın için biz kendimizi çok şanslı hissediyoruz kızım. O kısımdaki mekanizma nasıl işliyor bilmiyorum ama umarım sen de bizi seçerek geliyorsundur pıtış kızım. Sana biraz annenden ve babandan bahsetmek istiyorum minik hamsim. Önce baban...
Baban, kolay anlaşılacak bir adam değil kızım. Onun güzelliğini, onun iyiliğini, onun eşsiz düşünce yapısını anlamak öyle ilk anda olacak birşey değil. Dışarıdan belki biraz sert görünür, ciddidir ama inan bana en az senin kadar da bebektir, yumuşacıktır kızım. Çok çalışkandır baban, ailesini iyi yaşatmak için elinden gelenin en iyisini yapar. Her ne yapıyorsa titizlikle yapar, kimsenin kendisinde hakkı kalmasın ister. Çok temizdir, düzenlidir. Bir gün bizim dolabı açtığında, kalıp gibi duran kıyafetler görürsen, bil ki o, babanın kullandığı taraftır :) Güzel giyinmeyi sever, bu konuda anneni vekil atamıştır. Ne insanları kullanmayı sever, ne de kendini kullandırtır. Baban insanı sıcacık bir battaniye gibi sarmalar boncuk kızım, kendini hep güvende hissedersin. Çok detaylı düşünür, zekidir, azimlidir, öğrenme delisidir. Çok esprilidir, gülmeyi de güldürmeyi de iyi bilir. Harika bir sesi var kızım babanın, gerçi sen onu duymaya ve duydukça da hareket etmeye başladın bile. Ama bir de atmosferik ortamda duymalısın yavrum :) Baban annenin yemeklerini çok sever, özellikle tatlılara bayılır, balığa deli olur. Sabahları zeytin yediğinde nedense çekirdekleri annenin önüne doğru koyar :) Kahvaltının sonuna doğru reçel, bal tabağını önüne çekip transa girer. Sen sen ol, bizle kahvaltı yapmaya başladığında, reçelini baştan tabağına al kuşum :) Baban süper salata yapar, gezmeye götürünce süper gezdirir. Böyle uzun boylu, döşü kıllı, karizmatik, yakışıklı bir adamdır. Tek kusuru kızım, baban sarışın olduğunu iddia eder. Ben onu ikna edemedim, inşallah gelince sen edebilirsin.
Sıra annende. Gerçi içimi biliyorsun ama bir de dışımı tanı bakalım :) Annen büyümemiş bir çocuktur kızım, eminim sen bir noktada anneni yaşça geçeceksin. Dışarıdan sakin yapılı, hanım hanımcık görünür ama delinin tekidir. Babanı güldürmeye bayılır. Acıya dayanıklıdır, senin için herşeye sesini çıkarmadan katlanır ama gel gör ki kurttan tırtıldan ödü kopar. Yumuşak başlı gibi görünür ama bazen çok kalpsiz olabilir, çabuk sinirlenir, sinirlenince de iyi sinirlenir. Annen detayları hiç sevmez kızım, hemen sıkılır. Sabır gerektiren hiçbir şeyi tamamlayamaz, evimizdeki yarım kalmış kitaplar, örgüler vs vs bunun kanıtıdır. Zaten pasaklının, dağınığın tekidir. Dolabını açtığında dolaptakiler üzerine devrilebilir. Annen hafif de salaktır kızım, kimseyi kullanamaz ama kendini kullandırtır, kolay kolay hayır diyemez. Ama hakkını yemeyelim, güzel yemek yapar. Sana da bi sürü güzel mamalar yapacak inşallah. Annen sevdikleri konusunda fanatiktir, her neyi seviyorsa dibine kadar sever. Trabzonspor delisidir ve hatta şimdiden seni de nasıl Tsira yapacağı konusunda planlar yapmaktadır. Annenin en kuvvetli yönlerinden birisi, çok iyi plan yapmasıdır. Hatta B ve C planlarını da ihmal etmeden yapar. Annenin tek kusuru :) kızım, şişko olduğunu kabul etmemesi, balıketli olduğunu iddia etmesi ve Türkiye'deki suların sadece kireçli değil, aynı zamanda çok kalorili olduğunu da söylemesidir.
İşte böyle yavrum, annen ve baban böyle insanlar. İnşallah sen de bizi çok seversin. Biz seni çok seviyoruz, hatta aşığız, senin henüz beş haftalıkken atan o minicik kalbini gördüğümüz andan beri...

2 Ocak 2011 Pazar

Islam is beautiful

Eskisi kadar olmasa da bloglar arasında geziniyorum zaman zaman. Okumaktan zevk aldığım bloglar oluyor. Bir de canımdan bezdirenler. Blogu güzelleştirmek ve zengin göstermek adına eklenen ıvır zıvır kodlar yüzünden bir çok okunası blogdan uzak durmak zorunda kalıyorum. En gıcık kaptıklarım "Islam is beautiful" veya "Travian" pencereleri. Hadi kapatıyorsun bir zahmet ama başka bir yazıya tıklayınca gene açılıyor. Ben de İslamın güzelliğine inanıyorum ama kek tarifi bakarken görünce de olmuyor ki arkadaş. Blogu ilk yaptığımda, ben de hevesle bir sürü şey eklemiştim ama ne bana ne de okuyanlara bir faydası olmadığı için zamanla kaldırdım hepsini.

Eeee askerliğin son dönemine girdik, dışarı çıkınca çok zorlanmaya başladım. Yılbaşı akşamı eve erken dönmek durumunda kaldık, saat dokuz civarında da uyuyup kaldım. Daha fazla evde olmak demek, kitap da okuyamadığım için mecburen televizyona talim etmek demek. Bazen televizyonda izleyecek hiçbir şeyin olmadığı ölü zamanlar oluyor. Özellikle akşam 6-7 sularında sıkıntıdan patlıyorum. O zaman e2'deki Martha Stewart'a takılıyorum. Ya bu Cadılar Bayramı ne kadar önemli birşeymiş yaaa, ne zaman açsam bu hatun aynı bayık sesle cadılar bayramı süslemesi yapıyor. Bir de yemek yaptıkları anlar var ki incelenmesi gerek. Bunları kim seslendiriyor bilmiyorum ama sürekli bir ımhhhh ımhhh sesi var ekranda.

Martha: Hımmm evet Jane, hamura ne koyuyorsun?
Jane: İşin sırrı kerevizde Martha.
Martha: Imhhhh kereviz demek, çok severim. Bahçemde 20 bin kök kereviz var. Nasıl bir tat verecek acaba?
Jane: Immhhhh kesinlikle nefis.
Martha: Sosunda ne olacak?
Jane: Yaban mersini (Maydanoz gibi mübarek, her halta koyuyorlar bunu)
Martha: Immhhhhhhh tatlı ekşi yaban mersini sosuyla bu hamur harika olacak Jane.
Jane: Immhhh yeah!


Bundan beterini de gördüm geçenlerde. NHK World kanalında, Japon bir teyze ve iki salak Amerikalı yemek yapıyorlar. Daha doğrusu teyze yapıyor, bunlar da vokal yapıyor yandan.

- Teyze vok tavaya yağ koyar.
- Oğğğğvvvv fantastic !
- Teyze tavaya iki tane havuç atar.
- I can't believe John, it looks really delicious.
- Teyze tavaya yosun ekler.
- OMG Tony, I want to finish all.
- Oğvvvvvv John, you are right. Have you ever seen something like this dish?
- Oğğğğvvv noooo meeen.

Bunlara fazla birşey değil, bi sucuklu yumurta yapsan tavada, herifçioğulları koşa koşa Atlantik'i geçer yeminle. Sucuklu yumurta dedim de canım çekti yaaa, of yiyemiyorum da. Bi ağız tadıyla aş eremedik kardeşim ya, mantıklı hamile olmak çok zormuş. Canım hamburger çeker, zararlı diye yemem. Canım baklava ister, şekerli diye yiyemem. Şöyle kış ortasında bir erik canım çekse de gece gece eşime bir şehir turu attırsam dedim, hani hamilelik anısı babında, ulan onu da çekmedi canım. İnsan buzdolabında duran portakala aş erer mi yahu :)

Immhhhh portakal, fantastic !