17 Aralık 2012 Pazartesi

21 Aralık Sizin İçin Ne İfade Ediyor ?

Sadece dört gün kaldı 21 Aralık'a ve gerek normal hayatta gerekse sosyal medyada herkesin ortak konusu bu. Herkesin yaklaşımı da doğal olarak farklı. Bakalım mı :)

  • 21 Aralık'ta kıyamet kopacaksa, bir daha pazartesi sendromu yaşamayacağım, yuppii (İçine Pollyanna kaçmış güzel insan)
  • Temizlikçiyi bu hafta almayayım, boşa para vermeyelim. (Tutumlu ev kadını)
  • Bu hafta ağdaya gitmesem de olur. (Üşengeç kadın)
  • Dur ben bir kayınvalideyi arayayım. (Dertli gelin)
  • Patrona duygularımı açmaya gidiyorum. (Yıllardır zam ve terfi alamamış çalışan)
  • Offf ya haftasonunu etkiler mi acaba? (Cumartesi gecesi ateşi)
  • Behzat amirimin tekrarını vermezler inşallah. (Behzat Ç. fanatiği)
  • Kredi kartı ekstresi o gün gelirse çifte kıyamet olur, off offf. (İndirim çılgınlığına kapılmış abla)
  • Mayalar'a güven olur mu lan, o kadar biliyorduysalar niye soyları tükendi .bnelerin? (Küfürbaz ama mantıklı abi)
  • 21 Aralık tüm dünyayı vuracak ama bizi teğet geçecek. (Yazmaya gerek var mı)
  • Yaa o kadar da kötü değil, sonuçta artık Mahsun Kırmızıgül'ün çektiği dizileri izlememiz ve Serdar Ortaç dinlememiz gerekmeyecek. (Her durumu kabullenen adam)
  • Türklere bişey olmayacakmış zaten. (Çok milliyetçi adam)
  • Muhtasar beyannamesinin son günü, çok sıkışacağız. (Muhasebe çalışanları)
  • Mayalara birrrr, Amerikalılara iki. (İçimden gelen)
22 Aralık'ta görüşmek üzere :)

3 Aralık 2012 Pazartesi

Saniye Halamla Tanışma Vaktiniz Geldi

Bunca zamandır blog yazıyorum, ancak size bu güzide insanı halen tanıtmamış olduğumu yeni farkettim. Saniye Hala, gerçek halamız değil ama yıllardan beri böyle alışmışız, hala deriz ona. Saniye Hala şu an yetmişlerini sürmekte ama ona sorsanız, "orta yaşın" getirdiği sıkıntılara alışamadığından bahsedebilir size.

Halam son derece baskın bir karakterken, bin yıllık kocası olan eniştemiz bir o kadar siliktir. Öyle ki, adını bile hatırlamayız, o sadece eniştedir. Halamların evi bize çok yakın, o yüzden sık sık gideriz ziyaretine. Her konuşmasında bir bomba patlatır, biz gülmekten yerlere serilirken, o gayet sakin bakar durur. Halam tam bir TV hastasıdır, Yüksel Aytuğ'un işten ayrılması durumunda, hiç yokluğunu hissettirmeden yerine geçebilir. Halam en az 15 tane diziyi tam izler, bir o kadarını da fragmanlarından takip eder. Kolay kolay evinden çıkmaz, kocasını terkeder ama televizyonundan vazgeçmez.

Halam mutfak konusunda maalesef çok başarılı değildir. Aman bugün ne pişirmiş diye hevesle dolabını açtığımız hiç olmamıştır. Ev işlerine de çok titiz değildir, bildiğin pistir. Enişteyle tek ortak noktası ikisinin de cimrilikte dünya lideri olmasıdır. Bayram harçlıklarını gıdım gıdım verdiği yetmezmiş gibi, bir sonraki bayramda, önceki harçlıkların hesabını sormayı da ihmal etmez.

Halamı diğer insanlardan ayıran en önemli özelliği, çarpıcı beyanatlarıdır. Sonra yine bahsederim kendisinden ama bir örnek yazmadan onu anlatmak kolay olmayacak sanırım.

Bir gün halamlar bize gelmişti. Halam tam konsantrasyon TV izlerken, ben de kızıma yemek yedirmeye uğraşıyordum. Bu esnada kızı oyalamak için şu saçma çocuk şarkılarından birini söylüyordum ki:

Bir gün bir gün bir çocuk
Eve de gelmiş kimse yok
Açmış bakmış dolabı
Şeker de sanmış ilacı
Yemiş yemiş bitirmiş
Akşama sancı başlamış
Kıvrım kıvrım kıvranmış
Yaptığından utanmış...

Halam: " İtoğlu it"

Ben: Hala ne oldu, niye kızdın?

Halam: Anahtarla kapı açabiliyor ama yediği boka bak.

Ben: Kapı mı açıldı hala?

Halam: Anası olacak şıfrıntı (bu şırfıntı değil, daha öte bişey) nerdeymiş?

Ben: Kimin anası halacım?

Halam: İlaç yiyen oğlanın

Ben: :S!  Hala o sadece bir şarkı

Halam: Evinde otursun soyka, bir çorba da mı yapamamış?

Ben: Hala, yok öyle bir kadın, şarkı bu.

Halam: Öyle ana olmaz olsun zaten


İşte böyle uzar gider diyaloglar :)

Onu nihayet sizinle tanıştırdığım için mutluyum. Görüşmek üzere, pai pai ...




27 Kasım 2012 Salı

Gölge Etmeyin Yeter

Haberlerde gördüm, son 8 yılda eşi tarafından öldürülen kadın sayısı tam 23 kat artmış. Saçımı, başörtümü, bedenimi, rahmimi, kukumu, namusumu kendine dert edinen hükümetin, canımla ilgilenmemesi...Ölü olabilirsin ama mümkünse başın açık olmasın, mümkünse 3 tane doğur ama sezaryen de olmasın.

Ne olur, gölge etmeyin yeter !

18 Kasım 2012 Pazar

Anne Bulmacası

Annelerin çözdüğü Posta gazetesi bulmacalarında sıkça karşılaşılan cevaplar :)

Soru: Küçük kanal (kanalet)
Cevap: Derecik

Soru: Resimdeki oyuncu (Cemal Hünal)
Cevap: Camel Lünal

Soru: Bir nota (do)
Cevap: Zo

Soru: Güneydoğu Anadolu'da bir il (Mardin)
Cevap: Madrid

Soru: Demirin simgesi (Fe)
Cevap: De

Soru: Kutsal ışık (Nur)
Cevap: Lamba (Sığmadığı için bulmacanın hatalı olduğu kanaatine varılır )

Saygılar :)

7 Kasım 2012 Çarşamba

Ortak Noktamız

Kadınlarla erkekler birbirinden çok farklıdır, bunu hepimiz biliriz. Birinin yaptığı şey diğerine son derece saçma gelir.

Kadın, almayı unuttuğu kabartma tozuyla, çektiği halde gelmeyen elektrik süpürgesiyle, açamadığı kavanoz kapağıyla, son anda kaçan evdeki tek sağlam külotlu çorabıyla ağız dalaşına girebilir.

"Haydaaaa, yine mi almamışım seni, kahrol"
"Gelmemeye yeminli misin uleynnnn, gel işte uğraştırma"
"Seni açtırmak için gidip bir hödükle evlenmeme izin verme"
"Tebrik ederim canım, tam da kaçacak zamanı buldun"

Erkek ise - vatan elden giderken- futbol yüzünden birileriyle ağız dalaşına girebilir.

"Ananı avradını, adam gibi oynayın laaannn"
"Nasıl koyduk çocuğu"

Kadın sevdiği adama her platformda ve ortamda (sanal, dijital, reel vb) özenle davranır. Uzun uzun mesaj yazar mesela.

"Oduncan, bu sabah güne yine senin hayalinle uyandım bebeğim. Kokun hala saçlarımdaydı. Seninle tanıştığım gün benim doğumgünüm oldu biliyor musun? Seni düşünmekten başka bir iş yapamaz oldum, her an seni özlüyorum aşkitom. Senin için maç bile izliyorum, düşün artık seni ne kadar çok sevdiğimi. Evet aşkım, bebikom, seni çok seviyorum."

Erkek ise facebookta Adriana Lima'nın fotosunun altına "tanışalım mı" yazmakla meşgul olduğu için cevap kısa ve nettir.

"OK"

Bir kadın eşinden boşandığında, boşanmış olur. Eski kocası başkasıyla yattı diye namusunun kirlendiğini düşünmez, "eski eş"in ne anlama geldiğini bilir.

Bir erkek eşinden boşandığında, halen karısının bonservisinin kendi elinde olduğunu düşünür. Kadın hala onun "namusudur", "çocuklarının anası"dır. Dolayısıyla başkasıyla evlenmesi ya da beraber olması kevaşeliktir.

Kadın, Biscolata reklamındaki Carlos'a veya Caillou'nun ev işlerinde maharetli babasına bakarak iç geçirir.

Erkek, hareket edebilen, nefes alabilen her dişiye "bundan iş çıkar mı" diye en az bir kez bakar.

Farklılıklar uzarrrr gider. Ama her iki cinsin ortak olduğu tek bir konu vardır. YERÇEKİMİ her ikisinin de düşmanıdır. Gençlikte kadının da erkeğin de yerçekimine karşı üstünlüğü mutlaktır ama zaman içerisinde botoks, estetik operasyon, viagra vb desteğine başvurulur. Fakat geçen zaman her ikisine de acımasızdır ve yerçekimi kadına da erkeğe de galip gelir :)

Durum budur!

3 Kasım 2012 Cumartesi

Gayet Normal Activity Versus Paranormal Activity

Paranormal Activity serisini izlemek bir türlü nasip olmamıştı. Çok da severim böyle hayaletli ruhlu gerilimli şeyleri ama gidememiştim o zaman. Geçen akşam TV'de oynuyordu, bir baktım, çok tırt bir filmmiş, çok şey kaybetmemişim yani. Sonra düşündüm, acaba biz uyuduktan sonra bizim evde neler oluyor olabilir diye, aklıma bekarken arkadaşlarla kaldığım ev geldi.

Bu ev bir apartmanın birinci katında, arka sokağa bakan bir daireydi. Ev bulamadığımız o günlerde (17 sene önceden bahsediyorum, TOKİ yoktu o zaman, Allah başbakanımızı korusun, herkese TOKİ konutlarının beşinci katında dahi boğulabilmeyi nasip etsin, AMİN) bize Maslak 1453 gibi gözükmüştü. Tabi ev son derece eski ve bakımsızdı. Mesela dış kapı kilitli olmadığında, dur zile basmayayım kapıyı tıklatayım diyen nazik bir misafir kendisini birdenbire antrede bulabilirdi, o derece sağlamdı kapımız. Hele bir elektrik tesisatı vardı, anlatılmaz yaşanırdı ancak. Diyelim ki saç kurutma makinasını çalıştırdınız, diğer odanın ışığı yanardı, buzdolabının kapağını açınca salonun ışığı sönerdi. En tuhafı da tuvaletin ışığını yaktığımızda mutfaktaki radyonun çalması olurdu. Kafası çok güzelmiş anlaşılan tesisatçının, her an bir aksiyon, her an bir sürpriz.

Neyse işte evi temizledik, yerleştik, başta 3 kız arkadaştık, sonra biri gitti, sonra 2 kişi daha geldi, sonra onlardan birinin nişanlısı da geldi. Böyle cümbür cemaat yaşıyorduk yani. Evde iş bölümü yapmıştık ilk heyecanlı günlerimizde, yemeği ben yapıyordum, bulaşıkları diğer kızlar sırayla yıkıyordu, pazar günleri de temizlik yapıyorduk. Tabi bu plan sadece plan olarak kaldı, sanırım bir hafta filan sürdürebildik, ondan sonrası koy totosuna gitsin modelinde devam etti. Mesela yemekleri yedikten sonra kalan bulaşıkların üzerinde tanımlanamayacak küfler oluşuyordu. Bir kere ocağın üzerinde kalan tencerenin içinde gelişen küfü, ev arkadaşım brokoli sanıp yemeye kalkışmıştı. En son menemen yaptığımız tavanın içinde oluşan organizma bize "sessiz olun laynnnn" diye seslenince, bulaşıkları fazla biriktirmeden, 15 günde bir yıkamaya başlamıştık.

Temizlik yapılmayan evimizde, eşyaların üzerinde biriken tozları, birbirimize mesaj yazmak, not bırakmak için kullanıyorduk. O zaman cep telefonu mu var kardeşim, yazıyorduk sehpaya, "Çınar'dayım, sinemadayım" diye. Çok da güzel iletişebiliyorduk, insan olana tozlu sehpa çok bile. Bir de hepimizin en az onar çift ayakkabısı vardı ve bir vestiyerimiz olmadığı için hepsi antrede duruyordu. Karşıdaki komşu teyze, her gün evde mevlüt düzenliyoruz sanıyordu, kokuyu hiç tarif etmeyeyim.

Kısacası evimizdeki sıfır hijyen anlayışı bize, biz uyuduktan sonra evde gelişen gayet normal activity olarak, yani bir ton hamamböceği olarak geri döndü. O kadar semirmişlerdi ki geceyarısı bazılarının ayak seslerini duymak mümkün oluyordu. Kızlardan birine annesi badem ezmesi göndermiş, o da hangi akla hizmetse kutuyu açıkta bırakmış. Yeminle kutunun ayaklanıp gittiğini gördük o gece. Kameramız olsaydı daha nice aktiviteler görürdük ama teknolojik imkanlarımız sınırlıydı. Yine de hamamböceklerimizle aramızda seviyeli bir ilişkimiz vardı, mutfak dışına çıkmıyorlardı. Bir gün arkadaşımın tişörtünün koridorda kendi başına gittiğini görünce yeter artık dedik. Hadi mutfağı talan ettiniz anladık ama yatak odalarımıza girerek mahremimize girdiniz diyip savaş ilan ettik.

Bir akşam evi ilaçladık. Allahım ne çığlıklar, ne patır patır dökülme sesleri aman aman, resmen koloniyi de geçmiş, ulus haline gelmiş eşşoğlueşşekler. İlaçlama ve temizlikten sonra bir daha gelmediler.

Böyle !

31 Ekim 2012 Çarşamba

Grange Bitince Ne Halt Edeceğim Derken :)



Gerilim,cinayet, adli tıp vb konulara çok ilgi duyan biri olmama rağmen, Grange ile henüz Ağustos ayında tanışabildim. Bayram tatilinde, Şeytan Yemini ile başladım serüvenimize.

Şeytan Yemini'nden çok etkilendiğimi söylemeliyim. Ayşe'nin uyuduğu zamanlarda okuma fırsatı bulabildiğim için istediğim hızda ilerleyemedim. Normalde bir günde bitirebileceğim kadar ilginç bir kitaptı. Ölümden dönüş vakalarında düşünülenin ötesinde şeyler yaşanmış olabileceği üzerine olan konu finale kadar inanılmaz çekici bir akışla devam etti. Tatilimizin son gecesinde Ayşecik ateşlenip huzursuz bir gece geçirince ben de uyumayıp yanıbaşında bekleyip kitabı bitirdim. Kitap son derece enteresan olmasına karşın finali biraz aceleye getirilmiş gibiydi. Hani bu kadar yazdım, ulen nasıl toparlayacağım bu finali gibi bir ruh hali vardı. Beceriksiz bir final olduğunu düşünmeme rağmen, yine de okumaya değer bir kitap. On üzerinden yedi veriyorum.

İkinci okuduğum kitabı Sisle Gelen Yolcu oldu. Bu kitaba bayıldığımı söylemeliyim. Kahramanın yaşadığı olaylar, başlangıçtan itibaren çok şaşırtıcı bir seyir izliyor ve bir sonraki bölüme hemen geçmek için sabredemiyorsunuz. Final yine kitabın çok gerisinde kalmış, yine apar topar yazılmış ama sürekli isim değiştiren kahramanın macerası insanı yeterince etkiliyor. On üzerinden dokuz veriyorum.

Üçüncü kitap Ölü Ruhlar Ormanı, en az beğendiğim kitap oldu. Katili kitabın ortalarında bir yerde anlayınca hadi bitse de gitsek gibi bir durum oluyor. Güney Amerika'yla ilgili bilgiler ise son derece ilginçti. On üzerinden beş veriyorum.

Dördüncü kitap ise Koloni idi. Etkileyici olduğunu söyleyebilirim, özellikle baş kahraman Lionel Kasdan'a yardım eden Cedric Volokine karakteri çok çekiciydi. Konusu oldukça ilginçti, özel eğitimli çocuklar ve sesin gücünün kullanımı vs vs kitabı zevkle okumamı sağladı. Finali nispeten daha iyiydi, on üzerinden sekiz veriyorum.

Beşinci kitabı Siyah Kan oldu. Sanırım en çok bu kitabı sevdim. Bunda etkili olan şey, kitabın baş kahramanlarından olan katil Jacques Reverdi'nin ta kendisi. Bu kadar etkileyici bir karakter daha okumamıştım, nerdeyse aşık olacaktım. Şaka bir yana, katilin en başından belli olduğu bu kitapta, Güneydoğu Asya'da gerilim ve merak dolu bir yolculuk yapıyorsunuz. Kitabın iki tane sonu var, biri beklenen, diğeri ise sürpriz bir final. Bu sefer olmuş yani :) On üzerinden on veriyorum.

Sırada Taş Meclisi ve Leyleklerin Uçusu var.

Grange bitince ne okuyacağım bunalımındayken sevgili arkadaşlarım İpek ve Serpil'in önerisiyle Tess Gerritsen ile tanıştım. Okuduğum ilk kitabı Cerrah oldu. Oldukça başarılı buldum. Özellikle TV'de de izlemeyi sevdiğim Rizzoli&Isles'ın Rizzoli'sini kitapta bulmak hoşuma gitti. Kitapta heyecan hiç bitmiyor ve katili tahmin edemiyorsunuz. Önerilen diğer kitapları Çırak ve Günahkar için de şimdiden sabırsızlanıyorum diyebilirim. On üzerinden dokuz veriyorum.

Bugünlerde ise Paulo Coelho'nun Elif'ini okuyorum. Cinayetlere biraz ara vereyim dedim. Valla acaip etkileniyorum, her an doğrayabilirim hepinizi heee :)

Önerileriniz varsa lütfen iletiniz.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Şu Abi Kadar Olamadık

Mizah yazma derdiyle çıktığımız bu meşakkatli yolda, an itibariyle kalakalmış durumdayız. Önce yoğunluğa bağlıyordum kısırlığımı ama bugün anladım ki, memlekette durum öyle boktan ki mizah yapacak halimiz kalmamış.

Yoksa istemez miyim ben de yazmayı, istemez miyim şu videonun 21-23. saniyelerinde kopan keltoş abi gibi koyyyyy tatoşuna gitsinnnnn tadında olmayı ??? Yok yok olamadık, şu abi kadar olamadık.

26 Eylül 2012 Çarşamba

Bir Blogum Vardı Buralarda

Evet vardı, yazardım da sık sık. Önce yazamaz oldum, sonra izlediklerimi okuyamaz oldum, en sonunda blog adresimi hatırlayamaz olunca dur demenin zamanı geldi dedim :) Valla öyle böyle değil, çalışmak dışında hiçbir iş yapamaz oldum. Çalışmaktan kastedilenler:
  • Ayşe'ye bakmak ( 7 / 24 full hizmet, alles inclusiv)
  • Yemek yapmak ( En az üç çeşit ve kuzu etli. Yeni Milor geliyor, hazır olun)
  • Çamaşır-ütü-dolap şeytan üçgeninde kaybolmak
  • Ayşe uyurken işlere hazırlık yapmak
  • İşe gitmek (itiraf edeyim en dinlendirici şey işe gitmek)
Ayşe büyüdü, babasına önce "babaaa babaaa" sonra da "Istiiii" diyerek seslenebiliyor mesela. Çatal kaşık kullanabiliyor, hızla koşabiliyor, kollukla yüzebiliyor, 50 civarı kelimeyi kullanabiliyor, bunun birkaç katı nesneyi (canlı / cansız) sorulduğunda gösterebiliyor. Ama halen altına mıçıyor affedersiniz. O da benim eşekliğim aslında. Çocuk bir süredir çiş konusunda bilinçlendi kendi kendine, totosu hazır ama benim toto henüz tuvalet eğitimi vermeye hazır değil :)

Bu da zor oluyor yaaaa, yazma yazma, 3 ay sonra gel, mektup yazar gibi şöyleyken böyle oldu de. Başlarım yazdığın bloga, hobi olarak bile yapma kızım, de get de get, kafanı topla da gel ya da otur yerine, sıfır !

24 Temmuz 2012 Salı

Yapmayanlar Bir Adım Öne Çıksın, Ellerine Vurucam :)



Dünya üzerinde takriben 5,5 milyar insan var, aha bi tane doğdu, anaaa bi tane de sizlere ömür. Offf bu yazı böyle bitmez, yanlış giriş yaptık körolası.

Ihımm ıhımm, dünyada yaşayan insanların her biri ayrı bir karakter. Kimse kimseye % 100 benzemiyor. Ama öyle şeyler var ki, ben yapmadım demek çok zor. Neymiş onlar ? Bir bakalım:

  1. Okulun açılacağı günün bir gün öncesinde kitap ve defter kaplayıp, özenle etiket yapıştırmak
  2. Okulda tuvalete gitmeye üşenip, altına etmek üzereyken eve varıp güçbela yetişmek, bazen de yetişememek
  3. Haftalık harçlığımıza daha pazartesi akşam saatlerinde rahmet okutmuş olmak
  4. Susuzluktan gebermemize rağmen su içme işini erteleyip alınacak zevki katlamaya çalışmak
  5. Annemiz patates kızartırken etrafında dolaşıp kızaranlardan tırtıklamak
  6. Puding tenceresinin dibini kaşıklamak
  7. Çocukken yapılan oruç denemelerinde, ağzımıza su çekip boğazımızdan aşağı kaçınca öksürmekten gebermek (bkz. resim)
  8. Oruç tutmasak da sahura kalkıp pişen o mis kokulu böreklerden atıştırmak (çayla dehşet oluyor geceyarısı)
  9. Messenger kullandığımız ilk günlerde hevesle online olmak, sonra havaya girip meşgule almak, sonra dışarıda gösterip, en sonda da tamamen çevrimdışı kalmak
  10. Facebook'taki ilk günlerimizde ilaçlı Nuri Alço gazozu ve yaprak sarması göndererek dünya saçmalık tarihine adımızı altın harflerle yazdırmak
  11. Arkadaşımızın affedersin maymun gibi çıktığı fotosuna, "burcucum çok güzelsin" yazmak
  12. Resmi bayramlarda profil resmini Türk bayrağı yapmak
  13. En az bir kez status kısmına "hayaaatttt beni neden yoruyosun" veya "sil baştan başlamak gerek bazen" yazmak
  14. Gizli gizli Flash TV seyretmek
  15. Gizli gizli tüm dizileri izlemek
  16. En az bir kez takımımızın kaybettiği bir maçtan sonra "hakem yaktı abi bizi" demek
  17. Yaptığımız yemek bir halta benzemeyince "kocacım bugün çok yoruldum, akşam yemeğe çıkalım" demek
  18. Evin salonunda oturduğumuz halde her daim tatilde, lükste, sefahatte gibi görünüp "Alaçatı'da plaj keyfinde", "Uludağ'da kayak tatilinde" olmak
  19. Yaz gelince ev gezmelerinde kliması olan arkadaşlara daha fazla sempati duymak
  20. Azıcık paralanan bir yakın akraba veya arkadaş için "dötü kalktı hibinonun" demek
  21. Ekmeğe tereyağ ve bal sürerken illa ele yüze bulaştırmak, ekmek dilimindeki deliklerden aşağı akıtıp bildiğin pis mundar iğrenç bişey olmak :)
  22. Geceyarısı Vedat Milor'a denk gelip, yediği kuzulara, yemeklere, tatlılara yutkunarak bakıp ekmek arası peynir yemek ( O son baklavayı yemeyecektin Vedat abi)
  23. Ali Kırca'nın küvetinde amma saç kılı birikiyordur diye düşünmek
  24. Zaman zaman Reha Muhtar'ı özlemek
  25. Okan Bayülgen'e gıcık olmak ama her defasında izlemek
Valla daha da var ama onları da siz söyleyin. Ne diyorsunuz, yapmadınız mı bunları? Daha burun karıştırığ oraya buraya yapıştırma konusuna gelmedim, hadi hadi dökülün bakayım :)

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Yine mi Bamya, Pardon İspanya :)

Valla gene oldular, gene şampiyon oldular. Zerre sevmesem de, bilhassa Xavi denen vatandaşa ileri derecede sinir olsam da, itiraf etmeliyim ki, (bu kadar bağlaçla konuyu nereye bağlayacağim bilemiyorum şu anda) taş gibi takım İspanya. Gözüm İtalya'yi bildiğin ufaladılar. Maç sonrasındaki davranışları da takdire değerdi. İtalya'yı alkışlarla uğurlamaları, abartılı sevinç gösterilerinden kaçınmaları güzeldi. Galatasaray'a gece karanlığında kupa verdirten arkadaşlara kapak olsun.

Real Madrid'te geçirdiği otuz kusür yıl, onlarca şampiyonluk, üstüne milli takımdaki başarıları ile Del Bosque ikinci kapağı Beşiktaş'a gönderdi. Malum, kendisi çırak çıkartılarak ülkesine geri gönderilmişti.

Bir de Pirlo, ne güzel ağlıyordun asil asil be hacım...

3 Haziran 2012 Pazar

Tespit

Tespit 1:

Kanal D'deki "Mutfağım", Star Tv'deki "Soframız" programlarının isimlerinin "Villamdaki Mutfağım", "Lüks Sitemizdeki Soframız" olarak değiştirilmesini istiyorum. Herkes mi villada yaşıyor yahu (buraya bir amk giderdi ama namuslu blog burası, olmaz) ? Bir tane benim evim gibi ev görmedim valla, ya biz iyice fakirleşmişiz ya da millet uçmuş.

Tespit 2:

Star Tv'deki "Melek" programı artık Mars yerine Dünya'dan yayınlansın. Bu kadar kızıllığı bünye kaldırmıyor, lütfen.

Tespit 3:

Pınar Yaşam Pınarım reklamında oynayanların hepsi kameraya dötünü dönmüş, sudan çok döt görüyoruz reklamda. İştah kalmadı yeminle.

Tespit 4:

TV kanalları haftasonlarını evde geçirmemizi istemiyor. Cuma, özellikle de cumartesi izleyecek birşey olmuyor. Allah Flash Tv'den razı olsun. 5 gece pavyon, 1 gece mapus, 1 gece mevlüt tadında.

Tespit 5:

Çok fazla TV izliyorum, Allah cezamı versin.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

En Güzel Hediyem


19 Haziran 2010, hayatımın en güzel hediyesini aldığım gündü, o gün hamile olduğumu öğrenmiştim.

9 Şubat 2011, hayatımın en güzel hediyesini aldığım gündü, o gün kızım doğmuştu.

8 Mayıs 2011, hayatımın en güzel hediyesini aldığım gündü, o gün kızımla ilk Anneler Günü'ydü.

13 Mayıs 2012, hayatımın en güzel hediyesini aldığım gündü, o gün kızımla, her günkü kadar güzel bir gün geçirdik.

12 Mayıs 2012 de süperdi, Fener şampiyon olamadı laa :)

Fazla duygusal olamıyorum, özür dilerim. Ama anne olmak, hele de şu muzır fıstığın annesi olmak harika.

20 Nisan 2012 Cuma

Doktoruma Dokunma

Geçen sene, Mart ayının sonlarıydı. Yanlış hatırlamıyorsam Ayşe'nin kırkı çıkmıştı o gün. Günlerdir süren uykusuzluk, karmakarışık beslenme düzeni, bedenimi iflas ettirmişti. Geç saatte yediğim akşam yemeğinden sonra, Ayşe'nin uyumasını fırsat bilerek biraz kestireyim demiştim. Kestirdim ama uyandığımda tüm dünya dönüyordu :(

Hayatımda yaşamadığım şiddette bir baş dönmesiydi. Salon, eşyalar, fırıl fırıl dönüyordu. Yatıyor muydum, ayakta mıydım, hatta hayatta mıydım, anlayamayacak kadar fena durumdaydım. Annemle eşime, başım dönüyor diyebildim. Onların yardımıyla, yatağıma güç bela uzandım ama dönme tüm hızıyla sürüyordu. Bir süre sonra berbat bir mide bulantısı ile yerimden kalkmak zorunda kalktım. Banyo hiç o kadar uzak görünmemişti gözüme. Tabi ki banyoya varamadan, kapısının önüne yığılıp kaldım. Baş dönmesi, mide bulantısı ve tahmin edeceğiniz üzere deliler gibi çıkarmaya başladım. Sona erdiğinde rahatlamayı umuyordum ama aynen devam ediyordu. Eşimle annem panik olmuşlardı, Allahtan Ayşe uyanmamıştı. Eşim doktora gidelim dedi, ama değil gitmek, kıpırdamak bile imkansızdı. 112'yi arayın dedim. İşte 112 ile tanışmam böyle oldu. Birkaç dakika sonra yüzlerine bakma fırsatı bile bulamadığım, sadece seslerini duyabildiğim o iki acil tıp teknisyeni geldi. Sorularla durumu anlayıp bana oracıkta, sırtüstü yattığım koridorda serum bağladılar, iğne yaptılar. Beş dakika sonra daha iyiydim, ama gözümü açıp da yüzlerine bakacak gücüm hala yoktu. İyi olduğumdan emin olduktan sonra, geldikleri hızla gittiler. Birkaç saat sonra bebeğimi emzirebilecek ve ayağa kalkabilecek kadar iyileşmiştim. Küçük çaplı bir gıda zehirlenmesi yaşamıştım.

Bunları niye mi anlatıyorum? Bana 2010 yılında, tüm hayatımın en güzel hediyesi olan kızıma hamile kalmamı sağlayan, işinin ehli bir tüp bebek uzmanı ve dünya iyisi bir adam olan doktorumdu. O sıkıntılı tedavi sürecinde ve hamilelik günlerimde, tüm kontrollerimi güleryüzle yapan hemşireler, testler için gittiğimde ayakta kalmamam için yer gösteren, gidişatı soran laboratuar çalışanları, Ayşe doğduktan sonra her saçmasapan yeni anne sorularıma cevap veren ebemiz... Ve o gece, beni yeniden ayağa kaldıran o acil tıp teknisyenleri... Düşünsenize, bir kusmuk yığının içinde yatan bir kadın var önünüzde ve tiksinmeden, bu ne beee demeden işinizi yapmaya çalışıyorsunuz. Ya da o gün gelen yüzlerce kadın, sizden aynı güleryüzle doktorun ne zaman geleceğini söylemenizi bekliyor. Ya da tüm sorunlarınıza, mutsuzluğunuza rağmen, size gelen bir çifte hayatlarının mutluluğunu yaşatabilmek için çareler düşünüyorsunuz. İşte onlar bunu yapabiliyorlar. İçlerinde lanet olsun dedirtecek tipler yok mu? Vardır ama bu ne öldürülmelerine, ne şiddet görmelerine gerekçedir.

Son olay bu olmayacak biliyoruz hepimiz ama birileri dur desin artık. Kadına, çocuğa, doktora, insana şiddet gösteren herkes cezasını bulsun, bulsun ki bir daha olmasın.

Benim aklımın yettiği budur...

Eyvallah !

6 Nisan 2012 Cuma

Dulce De Leche'li Muffin

Uzun zamandır mutfağa dair birşey ekleyememiştim. Ayşe doğduğundan beri mutfakta fazla zaman geçiremiyorum. Sabah kahvaltı öncesi ve sonrası hızlıca 2-3 çeşit yemek hazırlıyorum, Ayşe'nin yemeyi sevdiklerinden özellikle. Gün boyunca tekrar mutfağa girme şansım çok az oluyor. İşte o nadir anlardan birinde, çoktandır yapmayı planladığım Dulce De Leche'yi yaptım önce. Bir başka gün ise muffinleri.

Dulce De Leche, süt reçeli diye bilinen, sütün içinde karamelize edilen şekerden ibaret bir tatlı. Aslında yapmadan önce çok okudum hakkında ve bir an önce yapmak için dibim düştü. Ama ortaya çıkan tat, ne yalan söyleyeyim, karamele bayılan biri olmama rağmen, süt tadı baskın olduğu için beni çok da sarmadı. Şu sütlü bonbonların tadını seviyorsanız, denemenizi öneririm.

Dulce De Leche yapmak için: ( 1 küçük nutelle kavanozu kadar çıkıyor)

1 litre süt (ben kutu süt kullandım)
1 su bardağı toz şeker
1 çubuk tarçın
1/2 çay kaşığı karbonat

Sütü çelik bir tencerey alıp kaynatıyoruz ve içine tarçın çubuğu ve şekeri koyup şeker eriyene kadar karıştırıyoruz. Şeker eriyince, karbonatı ekleyip kısık ateşte arasıra karıştırarark pişirmeye başlıyoruz. Yaklaşık 1 saat sonra sütün rengi sararmaya ve hafif kıvamlanmaya başlayacak, o aşamada tarçını çıkarıyoruz. Toplam 3 saat pişecek deniyor ama 2 saat sonunda benimki hazır olmuştu. Sütün rengi ve kıvamı koyulaştıkça sürekli karıştırmakta yarar var. Kıvamı iyice koyulaşınca ocaktan alıyoruz ve cam bir kavanoza koyuyoruz. Hepsi bu kadar.

Muffin için kendi tarifinizi de uygulayabilirsiniz ama benimki şöyleydi: ( 12 adet)

2 yumurta
2/3 su bardağı tozşeker
1/2 su bardağı sıvıyağ
2/3 su bardağı süt
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
8-9 kaşık un
2 kaşık kakao

Yumurta ve şekeri çırptıktan sonra süt ve yağı ilave ediyoruz. Sonra kalanları ekleyip, akışkan bir kek hamuru elde ediyoruz. Unu kıvama göre ayarlayabilirsiniz. Muffin kalıplarına top kek kağıtlarından koyup içlerine 2 yemek kaşığı hamur döküyoruz. 170 C'de 20 dk kadar pişiriyoruz. Muffin, normal kek kalıbına göre daha hızlı pişer, fazla tutup da kurutmayın keklerinizi.

Soğuyan muffinlerin isterseniz alttan kapak açarak içine veya vaktiniz yoksa üstüne süt reçelinizi kalın bir tabaka halinde sürüyoruz. Üstüne de benmari eritilmiş çikolata sosu döküyoruz. Dolapta 1-2 saat dinlendirip hüpppppletiyoruz.

Afiyet olsun:)

2 Nisan 2012 Pazartesi

Amirim Ne Yaptın :)


O nasıl sahneydi be anam babam ! Önce tüm öküzlüklerini sayar, Esra'ya onaylatır. Nereye gidiyor muhabbet derken, o harika cümle gelir:

" Evlensen ya benle"

"Evlencen mi"

Helal amirim, sana da bu yakışırdı.

27 Mart 2012 Salı

Böhüüüüü Gitti Aslan Gibi Mayk :(

Her hafta salı günü gelse de izlesem diye beklediğim biricik vazgeçilmezim Desperate Housewives'ın bu sene son sezonu maalesef :( Ona yanıp dururken, bu akşamki bölümde aslan parçamız, romantik tesisatçımız Mayk'ı kaybettik. Valla perişan haldeyiz, olacak iş değil yaaa, Orson ölsün, Tom ölsün, hatta Susan ölsün ama Mayk ölmeseydi be yaaa :( O flaşbekler de ağzımıza mıçtı akşam akşam, getti May gettiiiii...

16 Mart 2012 Cuma

İş İlanı

Sevgili La Loba'nın müdüre dair başyapıt değerinde yazısından sonra insan kaynakları ile ilgili yazı yazmak ayıp olacak ama duramadım. Yazayım 3-5 cümlecik.

İşimiz gereği iş ilanlarını çok inceleriz eşimle. İş ilanı konusunda çok gelişim kaydedilse de bu gözler neler gördü neler :)

"Boyamadan anlayan boyahane müdürü aranıyor."

" Yetiştirilmek üzere fabrika müdürü aranıyor."

" Boğaziçi Tekstil Mühendisliği mezunu mühendisler aranıyor." (Öyle bir bölüm yok)

" Fabrika müdürü, muhasebe müdürü, üretim müdürü, satınalma müdürü, kalite kontrol şefi ve şoför alınacaktır." (Ekibe bak, hepsi birden gitmiş firmadan :) )

" İyi derecede İngilizce bilen ofis elemanı aranıyor. Başvuruların sivi ile yapılması mecburidir"

" Laboratuara bayan kimya mühendisi alınacaktır. Adayların üniversite mezunu olması ve askerlik problemi olmaması şarttır."

" İlköğretim mezunu, vasıfsız, deneyimsiz elemanlar alınacaktır." (Yorum eşimden geliyor: Nefes alsın yeter :) )

Başvurun başvurun, gecikmeyin.

3 Mart 2012 Cumartesi

Doğdu Doğacak Derken...





Evet derken 13 aylık oldu bizim kuzu. Tüm sevdiklerimizi davet ettiğimiz güzel bir yaşgünü düzenledik. Pastasını özene bezene, kendimden hiç beklemediğim bir sabırla ben yaptım. Hayatım son iki yılda inanılmaz şekilde değişti ve kızımla birlikte herşeyi sıfırdan yaşamaya başladım. Babası da ben de bir insanın nasıl adım adım, emek emek ayakları üzerinde durabildiğine şahit oluyoruz. Yeni alınan bir oyuncağı önce reddedişi, on dakika sonra evirip çevirip keşfetmeye çalışması...
Tüm gün yaramazlıklarıyla canımızdan bezdirip sonra o tatlı sesiyle anneeee, bubva demesi, işte orda bitiyor insan. Bazen bana abba, babasına ennenne dese de, bizim kız konuşmaya çok meraklı, her kelimemizi taklit etmeye çalışıyor. Yürümeyi henüz beceremedi, tutunarak çok seri gidiyor, ellerini bırakıp ayakta dengede de kalıyor ama hepsini birleştirip yürümeyi denemedi henüz :) Onunla olmak harika, bir kere güzel olup olmadığınızla, giydiklerinizle ilgilenmiyor. Sizi seviyor, size güveniyor. Hala büyük bir şevkle anne sütü emiyor, emmmmeeeee diyerek geliyor yanıma. Bazen banyoda, bazen kıyafet değiştirirken, her uygun fırsatta da şansını deniyor :) Çok iştahlı değil, öyle kase kase çorba içen, ne versen yiyen bir çocuk değil. Etçi olacak benim kızım, tavuk, balık oldu mu saatlerce demleniyor masada. Diğerlerinde ise karnı doydu mu bağlasan durmuyor. Ocakbaşıcı olacak kesin :)
Bu arada çalışmaya da başladım ben. Haftada iki yarım gün belli projelere gidiyorum henüz. İlki çok zordu, onu evde bırakıp gitmek, saatlerce ayrı kalmak . Çalışma yapacağım yere kadar yol boyunca ağladım ilk seferinde. Ama o da ben de alıştık. Bakıcımız çok güvenilir, çok da iyi anlaşıyorlar. İçim rahat çok şükür. Çalışmaya dönmek çok iyi geliyor, kendimi daha iyi hissettiğimi söyleyebilirim.
Bunların dışında, rutin bir düzen kurduk üçümüz. Ayşeyle güne uyanma, kahvaltı merasimine hazırlık :) Baba kız oynarken, anne koştura koştura hem kahvaltıyı hazırlar, hem de pişireceklerini çabucak ocağa koyar. Sonra kahvaltı, sonrası oyun. O oynarken, yanında ufak tefek işler yapılmaya çalışılır. Öğle uykusuna yatınca, ya onunla yatılıp uyunur ya da kalan işler görülür. Uyku sonrası öğle yemeği yenir ve gezmeye çıkılır. Hava iyiyse pusetle, kötüye kanguruyla çıkılır, her koşulda annenin beli sırtı iptal olur. Gezme sonrası banyo keyfimiz olur, kızım banyoya bayılır. Banyo sonrası sütünü içer ve uyur tekrar. Sonra babamız gelir, keyifle akşam yemeğimizi yeriz. Meyve keyfi yaparız üstüne. Kızım da mama sandalyesine oturup eline verilen muzu, elmayı, armutu kıtırdatır :) Sonra uykuya hazırlanırız biraz kavga dövüşle. Uyuması için ikna edilir fıstığım. O uyusun da kitap okuyalım, bloga yazı yazalım, film izleyelim denirse de bizim de uykumuz gelir hemen. Öyle geçer işte bir günümüz.
Ayşeli hayat, ne güzel hayat...

5 Şubat 2012 Pazar

Az Kaldı Az :)




Resimdeki lokum 9 Şubat'ta 1 yaşına girecek. Hayatımızı hiç olmadığı kadar güzelleştiren kızım için güzel bir ilk yaşgünü planlıyorum. İnşallah aksilik olmaz da gönlümüze göre yaparız.

26 Ocak 2012 Perşembe

Pembe Kosla İnsanı

Ayşe'nin reklam izleme merakı yüzünden günde 5000 (yazıyla beşbin) saat filan reklama maruz kalıyorum. Valla incelemeyeyim diyorum ama batıyor bazıları kardeşim. Mesela şu İpana Clinic Line reklamındaki sahte Kerem. Adam aslında yabancı, bildiğin Nikılıs ama reklamı seslendiren inatla Kerem diyor. Reklamın sonunda doktor," Kerem'e dondurmayla ara verdiği ilişkisine dönebileceğini söyledim, çok sevindi" diyor. Kerem denyosu seviniyorsa taş olayım, adam ne cevap veriyor biliyor musunuz? "Okey" diyor. Gerçi erkek milletidir, seni seviyorum dediğinde bile sana "tamam" veya "okey" diyebilir. Bak hiç böyle düşünmemiştim, hımmm evet Kerem sevinmiş olabilir gerçekten. Ama Kerem değil o yaaa, Nikılıs, o kesin !

Ahh bi de o pembe Kosla insanları... Çaresiz ev kadını tülünü püsürünü incelerken, elinde Kosla'yla mekana dalıp sırıta sırıta "Kosla olmasın" diyorlar. Ulan adamın ödü patlar bee. Düşünsene banyoda makinadan çamaşırı çıkarmışsın, leke kalan yeri inceliyorsun. Pat diye arkanda biten pembe pembe insanlar. Valla bana denk gelse, vileda sopasıyla girişirim, aktif oksijen gücüyle çitilerim ben adamı. Habersiz gelmeyin anam babam, kalbi olan olur, bişey olur dimi? Zile basın vs vs.

Gittim.

19 Ocak 2012 Perşembe

Eldeki İmkanlarla 3D'li TV Yapmak

Bir adet 1 yaş civarı bebek bulunur. Kendisiyle bol miktarda cebelleşilir. İkindi vaktinde bebe uykuya yatırılınca, onunla beraber yatılır. Bu arada evdeki mevcut tüplü TV açık bırakılır. Uykuya yatarken evrene sikrıt yapılır, TV'm kendiliğinden 3D olsun diye dilek tutulur. Bir saat kadar uyuduktan sonra uyanılır ve gözler yarı kapalı iken TV'ye bakılır. Gözlerinize inanamayacaksınız ama TV'niz artık 3D gibi göstermektedir. Gözlerinizden uyku mahmurluğu geçene kadar tadını çıkarabilirsiniz.

Yandın Ooolum

Emre Bilge, sana sesleniyorum kardeş. Yıllardır izliyordum, bir gün kendine gelirsin de itiraz edersin diye bekliyordum ama sende iş yok. Bak darılma sakın, dost acı söylermiş. Koçum konu şu; Garanti Bankası sana habire kredi kartı, banka kartı çıkarıyor. Haberin vardır umarım, yoksa bol miktarda kart kirası ödeyeceğini sana üzülerek bildiriyorum. Akıllı ol, git hepsini iptal ettir. Nakite dön, paranın hesabını bil, kenara üç kuruş para koy. Harca harca nereye kadar !

Tenkss, tenk yuu!

12 Ocak 2012 Perşembe

Bulaşık Makinası - Düz Fön İlişkisi

Reklamlarda dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Bulaşıklarını elde yıkayan kadınlar, dağınık at kuyruklu, bildiğin paçoz iken, o bulaşıkları makinede yıkayınca birdenbire düz fönlü bir hale dönüşmekte. Yani ben ikisini de yapan bir kadın olarak nedense bu dönüşümü bir türlü beceremedim yıllardır. Elde de yıkasam, makineye de koysam, hep paçoz hep paçoz moddayım. Bu reklamları yazan grup %80 erkekten % 20 de ev işi yapmayan kızlardan oluşuyor olmalı. Keza bulaşık makinesi kullanmak da öyle çok pratik birşey değil. Doldur, boşalt, tuzunu koy gazını koy, arada boş çalıştır, valla yoruyor insanı. Makineyi boşaltmadan, içinden temizleri aldığım, kirlilileri tezgahta biriktirip makinede nihayet temiz bulaşık kalmayınca koyduğum zamanlar çok oldu. Yani öyle vakit arttı, gidip de saçıma düz fön çekeyim dediğim hiç olmadı. İşin bir sırrı var da ben mi farkında değilim acaba? Ben bilmez miyim vakit olunca bakım yapmayı, bir Kurukahveci Android Mehmet Efendi kahvesi pişirip ( o logo, ahh o logo, taaa o zamandan sen androidi hayal et ve çiz, olacak iş değil ) Kuzey Güney izlemeyi.

Hele o elektrikli süpürge reklamları ! Hiç full makyaj ev süpüren kadın var mı yahu? Kadın giymiş şifon gömleği, topuklu ayakkabıyı, nazlı nazlı ev süpürüyor. Süpürge dediğin öyle mi kullanılır? Haldır haldır sürtersin halıya, evi temizlemekten doğan asabiyetle eşyalara çarptırırsın, halıya takıldı mı düşene bir tepik de sen koy hesabı tekmeyi basarsın, kablosu yetmeyince küfrü koyverirsin. Bir de çok güçlü bu makinalar, alttaki herifin kahvesini bile höpletirsin diyorlar ya, külliyen yalan. O güçte çalıştırınca sadece 2-3 dk çalışıyor bu yeni makineler.

O mutfağı temizledikten sonra köpeğini okşar gibi mutfak tezgahını elleyen haspalara hiç girmeyeceğim, yok öyle bir şey.

Kısacası, ev kadınlığı zor kardeşim. Fön mön zor yani , zor. Eyvallah.