27 Nisan 2010 Salı

Sorular Sorular

Daha önce, cevabını bulmakta zorlandığım sorulara dair yazmıştım. Şimdi yine sorular var ama kız ve erkek soruları var, hem de yaş dönemlerine göre. Hadi bakalım :)

0 – 1 yaş:

Kız: Agu guu aguu guuu ag aguu agu aguuuuuu da daduu da agu da aguuu?

Erkek: Agu?


1-3 yaş:

Kız: Bu önümdeki ne acaba?

Erkek: Bu önümdeki ne acaba?


3- 5 yaş:

Kız: Ben nasıl doğdum?

Erkek: Bu önümdeki ne acaba?


Ergenlik dönemi:

Kız: Bu kıllar niye çıkıyor yaaa, oha yaaa, resmen bıyığım var, niye ya niye?

Erkek: Bu kıllar niye çıkmıyor yaaa, Busesu’nun bile bıyığı var, benim niye yok ya, niye ya?


Üniversite dönemi:

Kız: Okul bitecek mi acaba, evleneceğim çocukla karşılaşabilecek miyim, iş bulabilecek miyim?

Erkek: Bu kız bana verir mi, şu kız bana verir mi, o kız bana verir mi?


Üniversite sonrası:

Kız: Burçcan askerden dönene kadar beklesem mi?

Erkek: Ben askerden dönene kadar bekler mi?


Evlenme çağı:

Kız: Nişanda tek taş takar mı acaba?

Erkek: Nişan akşamı maça gitmeme bişey der mi acaba?


Evliliğin ilk yılları:

Kız: Ev taksidine girsek mi, çocuk yapsak mı?

Erkek: Bu akşam bana verir mi acaba?


Evliliğin ilerleyen yılları:

Kız: Beni hala beğeniyor mu acaba?

Erkek: Akşama ne pişirdi acaba?


Orta Yaş:

Kız: Bu akşam verir mi acaba?

Erkek: Bu akşam ister mi acaba?


Menopoz - Andropoz Dönemi:

Kız: İçerisi sıcak mı ? Yok yok soğuk mu ?

Erkek: Bu çıtır bana bakar mı, şu çıtır bana bakar mı, o çıtır bana bakar mı?


Bunama Dönemi:

Kız: Yarına çıkar mıyım acaba?

Erkek: Bu önümdeki ne acaba?

26 Nisan 2010 Pazartesi

Bu Gece


Başım çok ağrıyor blogcum, bu gece olmaz, bu gece yazamayacağım. Ben yokken güzel güzel tıklan emi, iyileşince gelirim hemen. Pai pai ...

24 Nisan 2010 Cumartesi

Ateşli Piknik :)

Annemler nihayet geldi, denetim nihayet bitti. Performans puanım ve detayları şu şekilde:
  1. Cam silme ve perde temizliği: 0 (Yazıyla sıfır)
  2. Toz alma: Pekiyi
  3. Süpürge: Ooooo (sıfır değil, beğeniyle söylenen ooooooo)
  4. Silme:Pekiyi
  5. Dolap düzeni: O son göze tıkıştırdıklarım annemin üstüne devrilmeyeydi, bu da pekiyi olacaktı. Tabi ki "0" (Yazıyla sıfır)
  6. Yemekler: Yıldızlı pekiyi (Miktarı öyle abartmışım ki, 3 gündür aynı yemekleri yiyoruz. Sofra hazırrr diye seslendiğimde, insanların yüzünde bir ümitsizlik, bir eyvah eyvah durumu)

Sonuç: 1 ve 5. maddelerden iki tane uygunsuzluk aldım, 6. maddeye de iyileştirmeye açık nokta teşhisi kondu. Annem, "bir daha denetimde görmeyeyim bunları" diyerek açıkça tehdidi koydu. Nasip artık, önümüzdeki denetimlere bakalım anacum diyip espriye vurayım dedim ama af çıkmadı. Denetimden beri tron tron öksürüyorum :)

Mayıs ilk haftasıyla birlikte, eğitim maratonu gene başlıyor. O yüzden baharın muhtemelen son pikniğine (ve hatta ilk ) gideceğiz yarın. Sık sık bahsettiğim orman var ya, oraya gideceğiz. Bizim gibi, ilkel çağlardan kalan, açık havada et yeme genini evriltememiş canlıların, pazar ritüelini gerçekleştireceğiz. Belediyemiz sağolsun, bizim gibi vahşiler için "Ateşli Piknik Sahası" hazırladı geçen sene. Yarın kısmetse bu sahada "ahhh, ohhh, evett, devam ett bebeğim" sesleri eşliğinde, mangal yapacağız :) Belediye ne yapsın daha, bizim şehir çok seksi, çok ateşli olunca, başka ne sahası yapabilirdi ki? "Frijitler Çay İçme Sahası", "Abazan Dikiz Bölgesi" olacak hali yoktu ya! İşin özeti, yarın kolestrolü 300'e fırlatmak gibi hedeflerimiz var. Geçmişte bazı kötü mangal yakma deneyimlerimiz olmadı değil:

  • Mangal yerine Milli Park'ı tutuşturmak
  • Balkonda barbekü yapmaya çalışırken üst katı tutuşturmak
  • Mangalı yakarken tişörtü yakmak
  • Kendi mangalımızı değil, 5 metre ötedeki mangalı tutuşturmak
  • Mangalı yakarken, olimpiyat meşalesini yakmak vs vs

Neyse, dün malum 23 Nisan'dı. Günün anlam ve önemi gereği, seçilen yavrucaklar, başbakan filan oluyorlar 2 saatliğine. Haberleri izliyordu bizimkiler. Ben haberin ortasına denk geldim. Baktım ki retee, "görev süremin sonuna geldim, görevi devrediyorum" diyor, Allahım ben bi sevin, bi sevin, Allahım yarabbim, bugünleri de gösterdin bize derken, bi de ne göreyim, meğer sembolik törenmiş. Toparlanmaya çalışırken, duyduğum sözlerle iyice dağıldım. Görevi devralacak kızımız , konuşmaya başlayıp başlayamayacağını sordu. Canımın içi, gözümüzün bebeği reteeem de dedi ki "sen artık başbakansın, ister asarsın, ister kesersin" !!! Eeee kendisine hazırlıksız konuşmak pek yaramıyor, fikir neyse zikir de o oluveriyor. Breh breh breh, demek asar kesersin heee. Her konuşmada demokrasiden bahseden kişi, demokrasiden bunu mu anlamış??? Kendisinden bir daha prompter olmadan konuşmamasını rica ediyoruz. Hatta, neyse...

Törenlerde, Gizem ve Ömer adlı iki miniğin maceraları ön plana çıktı, görmüşsünüzdür mutlaka. Allahım, Ömercik, bebeğim, bu yaşta hayatın gerçeklerini tanımaya başladı. Kız kısmının küsmeye görsün, kaprisleriyle hayatını cehennem edeceğini öğrendi yavrum. Gizem de nasıl tavırlı, nasıl bir ego var yarabbim :)

Ben ufak ufak gideyim artık. İnternette, ateşli pikniğe yaraşır "şuh bir salata" tarifi bulmaya çalışayım. Bilenler varsa meyıl atabilirler ya da sonsuza dek susabilirler. Pai pai kızlar :)

23 Nisan 2010 Cuma

Lethe...

Üç sene oldu sanırım dinleyeli… Introsu çarpıcıydı, şarkı da öyle. Dernekteki kızlarla müptelası olmuştuk. Hatta Lethe günleri yapmaya başlamıştık. Ama adını aldığı mit, şarkıdan çok daha ilgi çekiciydi. İşte Dark Tranquillity ve Lethe!

Uzun uzun hikayeyi anlatmayayım. Lethe, ölüler ülkesi Hades’teki bir nehrin adı. Ölenlerin geçmişlerine ait ne varsa, günahları, mutlulukları, üzüntüleri, acıları, hepsini unutmak için geçtikleri nehir, yani Lethe, “unutuş nehri”.

Dark Tranquillity şarkıları içerisinde dinlemeyi en çok sevdiğim şarkı Lethe. Üye olmadan linkleri göstermeyen forumlara üye olurken kullanmayı seçtiğim bir isim oldu o günlerde.

Önemli Not 1: Blog sahibi, genelde forumlara gerçek ismiyle üye olan nadir gerizekalılardan birisidir.

Bizim kızlarla, üzerinde zamanında çok geyik yapmıştık. Lethe suyu şişeleme ve damacana işine girsek mi filan diye.

Önemli Not 2: Yalancının şahitleri: Sevdakuşu, İpek, Hülla

Ama siz bizim zevzekliğimize bakmayın, internette temiz bir kaydını bulun, konser kaydından dinlemeyin. İntrosunda kendinizden geçeceksiniz, 01.20’de ise şoka hazır olun !

Önemli Not 3: Şok garanti!

Sağa sola üç nokta koyuyorsanız, unutmaya ihtiyacınız varsa, bir de tron tron öksürüyorsanız, Mikael Stanne’nin muhteşem vokaliyle Lethe dediği sevgilisine haykırışını dinlemenizde yarar var. You are my lethe !

Bu kıyağımı da unutmayın !

Önemli Not 4: Ciddi, duygusal bir şey yazayım istedim, çabaladım ama bu kadar oldu. Benim romantizm ayarlarım doğuştan bozuk :/

Hadi eyvallah ! You are my lethaaaaaaa :)

22 Nisan 2010 Perşembe

21 Nisan 2010 Çarşamba

Ev Kadını Operasyonu Bölüm 2

Selam kızlar ! Yazıma tam da bu ev niye bu kadar çabuk kirleniyor yazarak başlayacaktım ki, en son 27 Şubat'ta (2010 2010, 2009 diil, yok artık o kadar da diil) temizlik yaptığımı farkettim :) Nerden hatırlıyorsun derseniz, belgesi var efendim. Yani şimdi ne desem bilemedim. Evin de hiç 2 aydır temizlenmiyormuş gibi bir hali de yok aslında. Gerçi terliksiz gezince çorapların altı siyah oluyordu ama bilemedim işte.

Şimdi burada bahaneler sıralamayacağım, Mart ayında her haftasonu eğitim verdiğimizi, evde olamadığımı, habire seyahate çıktığımızı yazmayacağım, yazmadım hee! Tabi bunları bi kenara koymak zorundayım şimdi. Çünkü yarından sonra büyük denetim var kızlar. Annemgil geliyuuur.

Annemler en son Kurban Bayramı'nda gelmişti. O zaman deli gibi hazırlanmıştım, banyoya bile dantel sermiştim. Ama annecim bacağı sakatlayıp yattığı için, her geldiğinde yaptığı gibi dolapların üstünden, koltukların altından aldığı toz numunelerini bu kez alamamıştı. Ama şimdi bomba gibi geliyor, çok pis bir denetim olacak, iliklerime kadar hissediyorum.

Bu hafta Allah'tan çoğu zaman evde çalıştım da temizliğe zaman kaldı. Dün akşama kadar eğitim notu hazırlayıp, akşam beşten sonra mutfak temizledim. Buna temizlik demeyelim de daha ziyade bir kazıma şeklindeydi. Arkeolojik değer taşıyordu, kolay değil tam 2 aylık birikmişlik vardı. Yoruldum ama iyi oldu. Bu arada sayım da yaptım tabi (mühendis olmanın dayanılmaz salaklığı), aşırı stok varmış mutfakta. Üç paket yeşil mercimek buldum mesela. Nasıl tüketilir ki bu, ne diye aldıysam onca paketi. İhtiyacı olanlar varsa, bir Doğtaş pardon Dogtas hediye çeki değerinde olmasa da :) bazı şartlar karşılığında (ama insani şartlar) gönderebilirim. Cep telefonunuzun mesaj kısmına "psikopat" yazıp, Bilica'ya mesaj atmanız yeterli. Ben sizi gazetelerin 3. sayfasından bulurum artık !

Yarın eve son darbeyi indireceğim kızlar, kendimi mental olarak hazırlıyorum şimdiden. Kendimi bokus maçına hazırlanan Rocky Balboa gibi ısıtıyorum temizliğe. Motive olayım diye bugün deterjanları filan kokladım. Ahşap deterjanı, cif filan iyiydi de, tuz ruhundan sonra niyeyse kötü oldum.

Ne diyor bir Türk asıllı İtalyan atasözü: Samtayms it iz difikılt geym, samtayms it iz iyzi geym ! İt dipends on okazyon, in dı tabeleee. Evet sonuna kadar katılıyorum. Bence de temizlik imandan gelir !

Ben ettim siz etmeyin, evceğizlerinizi temiz tutun, dantel olayından kaçmayın, şöyle cine5 şifresi çözer gibi gözlerimi kısıp baktığımda danteller güzel gözüküyor, valla bak, denemesi bedava.

Pai pai kızlar !

20 Nisan 2010 Salı

Medeni Hali: Ateşli !

Selam kızlar ! Kafamda sıkışan saçmalıkların çıkardıkları itişme kakışma seslerine tahammül edemediğim için huzurunuzdayım yine. Oysa sol bacağımdaki ağrı yüzünden iki gündür seke seke yürüyorum, bilmiyorum ki, acaba sol bacağım bana küstü mü diye düşünüyorum. Hatırlayanlar olacaktır, olmayanlar için Sol Elim için yazdığım şaheser na şuracıkta. Sol elimi kıskandığı için kendini bana acı acı hatırlatıyor olabilir mi acaba? Bi çare düşüneceğiz artık.

Bugün ortaya karışık konuşacağım, dileyen istediği kısmını sevebilir, alıp evde beslemek isteyebilir, isteyen de hade ordan diyebilir. Bunlar valla billa kafamın içine sıkıştı, gıcırdayıp dururlar.

Dün akşam Medya Kralı’nı izledim, Okan çok formdaydı. Konuklar da çanak tutunca başından kalkılmaz bir hal aldı. Reklam arasında canım sıkılınca biraz kanal gezeyim dedim. Balkonda çamaşır leğeni büyüklüğünde iki koca çanak var ama biz 2-3 kanaldan başkasını izlemiyoruz. (İtiraf 1: Ben arada Flash tv de izliyorum, insanat bahçesi gibi) Şuydu buydu gezinirken, bi müzik kanalına denk geldim. Hani her tarafından SMS akan, her bi yanı kıpraşan kanallardan. Fonda cıbıl bir abla I’d like move it move it dansediyor filan. Yurdum abazanlarının mesajlarını okudum biraz. Çok eğlenceli ula :) Şöyle 10-15 dk takıldım ve bazı sonuçlar çıkardım:

— İnsanlar hiçbir şey okumuyor, gördüğünü değil duyduğunu yazıyor. En basiti “ciddi” kelimesi mesela. Şöyle ki: citti, citi, cidti, cidi vs vs .
— Herkes çok dürüst ya da dürüs, durust, dürüt :)
— Kaçamak yapalım ama güvenmek şart (şaka mısınız len)
— Dullar mutsuzdur diye bir kanı var. Ne pis kelime bu “dul” pehh
— Sonuç olarak yurdum erkeyi (böyle yazıyorlar, ben onların iflah olmaz yalancısıyım); medeni hali bekar, ateşli veya mutsuz dul olan hatun arıyor. Hatun kaçamak yapacak ama dürüs olacak, citi düşünecek ama ateşli olacak.

Öyle işte, eğer medeni haliniz ateşli ise, uydudaki bu kanalı kaçırmayın derim. Nüfus cüzdanlarına da yazılsın, bu hatun ateşli, bu 36,5 C, bu frijit filan. Malum dürütlük şart !

Demin NTV’de 90+ programını izliyordum. Şu Sergen’e hastayım ya kızlar, Allah herkese Sergen Yalçın özgüveni ve rahatlığı versin. Facebook’ta bir ara bir zımbırtı vardı, birbirimize Fatih Ürek dansı filan gönderiyorduk ya (amelelik günlerimizde), o uygulamayı silmeyen varsa eğer, bana derhal “Sergen rahatlığı” göndersin. Bi dikkat edin duruşuna, tüm yorumcular öne eğiliyor, tedirgin tedirgin oturuyor. Sergen kurbanım, arkaya yaslanmış, kaykılmış, gevşek gevşek yorum yapıyor. Fitbolcuyken de böyleydi bu velet. Canı isteyince oynar, istemeyince sabaha kadar gezerdi. Yu ar avur hiyro Sergen :P

Bir de eğitim duyurusu maili aldım geçenlerde. Falan fıstık eğitimimiz var, mutlaka gelin, çünkü “Kontenjanimiz Sinirlidir” yazıyordu. Bu nasıl kontenjan birader, nasıl bir müşteri segmentiniz var? Hasta mısınız nesiniz ! Ne yani, ben sinirleri alınmış bir huri isem mesela, katılamayacak mıyım eğitime ? (Huri diyerek, güzelliğime gönderme yapıyorum burada ama gitmiyor ileti, avutluku çökmüş güzelliğimin)

Şunu da diyeyim de gideyim. Bir haftadır Hayko ( başka bi deyişle Sayko) Cepkin dinliyorum, deli etti herif ya. Dön dolaş dinle, evir çevir dinle, hasta oldum, cd ısınmayı bırak kor olmuş artık, üstüne yumurta kırsan pişecek nerdeyse. Buradan bi yemek tarifi çıkar mı bilmem. Bunu becerikli arkadaşlarım Casminella ve Serap’a sormak lazım. “Cd’de yumurta”, tam da “Balık Olsaydım’ın üstüne kırsak mesela, olma mı?

Hadi kaçayım ben, herkese gönlünce bir gece dileyeyim. Ateşli olur, rahat olur, asabi olur bilemem ben. Ama dürüs ve cidi olun emi .


18 Nisan 2010 Pazar

Bu Halk Hareketi Engellenemez !

Selam gençler ! Nihayet bahar geldi diyeceğim ama bahardan ziyade yaz geldi sanki. Ev şu anda yaz moduna geçti, karşılıklı pencereler açıldı. Aşırı bir sıcak var bu mevsime göre. Sıcak basmaya başlayınca bizim de aklımız başımıza gelir. Biz ? Biz yahu biz, yani balıketli olan hatun kişiler :) Yaz öncesi mayo giyme kıvamına gelmek için kutsal diyet 3 aylarına girmiş bulunduğumuzu, ancak sıcak basınca idrak ederiz.

Bu sebeple efendim, geçen perşembe yürüyüşe başladım. O gün işten erken gelmiştim, iş sırasında da müşterimle konuşurken hep spordan vs bahsedince acayip motive olmuş durumdaydım. Hadi dedim, isteğim kaçmadan kendimi atayım sokaklara. Yaşadığım şehri çok sevmesem de inanılmaz bir özelliği var ki tadından yenmez. Evimize arabayla 5 dk, yürüyerek yarım saat mesafede bir ormanımız var efendim, çam ağaçları, çimler, çiçekler, ne ararsanız var. Orman işte, bildiğin orman :) Yoksa ağaçlara bakmaktan, ormanı göremiyor musun?

Ormana giden yolda, belediyemizin bitmek tükenmek bilmeyen altyapı çalışmaları sürüyordu. Altyapı çalışması diyorlar ama biz inanmıyoruz. Kesin bir define filan var yeraltında, yoksa aynı caddeyi 4. kez kazmanın başka bir sebebi olamaz dimi, diiiii :) Neyse, bu kazı faaliyetleri sebebiyle epeyce hoplaya zıplaya ve de Camel Trophy tadında yürüyüşüme devam ettim. Saat altıya geliyordu, iş çıkış saati henüz gelmediği için sokaklar da tenha sayılırdı. Uzun süredir hareketsiz kalma sebebiyle biraz zorlansam da, ormana vardım. Aman nasıl güzel, nasıl yeşil ortalık. Hava da daha serin, daha temiz orada. Ormanın içinde zıpılaya zıpılıya (koşar gibi yapıp koşmamak, yürür gibi yapıp koşmak arası birşeydir) epey bir spor yaptım. Artık döneyim diye çıkışa doğru ilerlerken birden inanılmaz bir manzarayla karşılaştım. Teyzeler, ablalar, abiler akın akın orman istikametine doğru geliyorlardı. Ortak özellikleri hepsinin de balıketli (!) olmasıydı. Aha dedim, işte bu, işte bu, beklediğim halk hareketi başladı. Yeterin uleyynnn sıfır beden takıntısına diyip isyan eden yurdum tontişleri nihayet darbe yapmaya karar verdi herhalde dedim. Ayağındaki ev terliğiyle fırlayıp gelen teyzenin, ceketin altına giydiği eşofmanla koşarcasına gelen amcanın başka bir açıklaması olamazdı. İşte bu o gündü sayın okuyucu, nihayet biz iktidara gelecektik. Sokaklarda simit yerine çizkek dağıtılacağı, haftada 3 öğün pizza yemeyenin "sıfır beden" örgütü üyesi olmaktan içeri atılacağı o güzel günler geldi diye düşündüm.

Ama yanlış düşünmüşüm :( Meğer bunlar bildiğin akşam yürüyüşüne çıkan ve yürüyüş sonrası eve dönünce, bir kepekli ekmeği menemene bana bana yiyecek olan teyzelermiş. Nasıl hayal kırıklığına uğradım bilemezsiniz. Belki eve dönünce bir buçuk döner paket söylerim diye aklımdan bile geçirmiştim bir anlığına. Ama anladım sevgili okur, hemen anladım. Adımlarımı sıkılaştırdım, zıkkımın kökünü ye diye kendimi bi güzel payladım ve hayatın acı gerçeklerine geri döndüm.

Ama benim hala umudum var :) Bir gün bu halk hareketi başlayacak ve memleketin çeşmelerinden nutella akacak. Bir gün herkes balıketli olacak.

Durmak yok, spora devam ! Bir ki bir ki bir ki :) Pai pai

14 Nisan 2010 Çarşamba

Bir Yol Hikayesi Bölüm 3 :)


Bugünlerde şehirlerarasında gidip geliyoruz sürekli. İnsan yola düşünce, pek çok şeyle karşılaşıyor. Bu bakımdan, "çok gezen çok bilir (Cemal Süreya)" sözüne gönülden inanıyorum.
Pazartesi akşam eşimle yola çıktık. Gittiğimiz güzergahta akşam saatlerinde kamyon trafiği çok oluyor. Ekmek parası peşinde koşan insanlar oldukları için, yanlarından geçerken hep "Allah yolunuzu açık etsin, kazasız belasız gidin" derim. O akşam da öyle oldu. Ancak o saatlerde öyle bir kamyon trafiği vardı ki, bizim yolculuk bir süre sonra Diyanet Saati'ne dönüştü. Kendimi bi ara Kurtlar Vadisi'nin Ömer babası gibi hissettim, eşime "yavaş git evladım, az veren candan, çok veren maldan" filan bile demişim, o kadar kaptırmışım yani. Neyse, bizim bir tespitimiz vardır eşimle, trafikte birini takdir edersek genelde o kişi sonraki kilometrelerde bize karşı saçmalar. Bu sefer de öyle oldu, benim hayır dualarımla takdis ettiğim iki tır aynı anda sağımızdan ve solumuzdan geçti. Ben acayip tırstım tabi, hayatım bir fragman gibi gözümün önünden geçmeye başladı. Fragman niteliğinde olduğu için, kendi hayatım o anda bana bir heyecanlı gel, bir merak et sen onu ! Allahtan eşim usta sürücüdür, soğukkanlı davrandı da, sezon finali yapmaktan kurtulduk.
Yolumuzun üstündeki ilçelerden birinde asla yeşil yanmayan bir trafik ışığı var. Buranın ayarını kim yaptıysa o kişiyle bir yüz yüze görüşmek istiyorum. İnsanlar o ışıkta beklerken, yandaki binada, elinde viski kadehi, üstünde röbdoşambrı ile kahkahalar atarak manzarayı izlediğinden şüpheleniyorum. Buradaki bekleme süresi ifade edilebilir ölçüde değil sevgili okur. Hani şu geyikler vardır, "ben bi sigara alıp geleyim, aman lastikler de asfalta kavuştu, petrol olarak yeryüzünde çıktıktan beri görüşemedilerdi" vs vs. Ama bu ışık öyle böyle değil. O akşam biz beklerken, orada resmen bir çağ kapandı, milenyum filan hikaye oldu. Bir gün yeşil ışığı yakalarsak, söz veriyorum, arabayı kenara çekip kolbastı oynatacağım bu bünyeye :)
Bugün ben geri döndüm, otobüsle geldim. Otobüse binmeyi çok seviyorum, hikaye kaynıyor içerisi. Otobüse son 10 dk kala bilet aldığım için 46 numaraya düştüm. Önceleri öfff pöfff etsem de, gelişen olaylardan sonra daima arkada seyahat etme kararı aldım. Hayat arka koltuklarda gençççç insan :)
Koltuğa yerleştim ben, başladım malzeme aramaya. Aramaya ne hacet, malzeme kendi ayaklarıyla geldi. 20 li yaşların ortalarında bir genç adam, libidosuyla beraber otobüse ayak bastı. "Adidos" marka aşofmanı ve "Rey bean" marka gözlükleriyle daha ilk anda herkesin dikkatini cezbetti. Ama hepimizi mahveden şey, tamamı kazınmış olan kafasının önünü süsleyen bir tutam perçemdi. Bunun tarifi yok sevgili okur, bir de bu genç kardeşimiz geldi, ön koltuğumun çaprazına oturdu. O sırada arka koltuklardaki tüm bayanlar büyülenmiş gibi bu kafaya bakıyoruz. Ben bir yarım saat sonra kendime gelebildim, dedenin bastonu kafama çarpmayaydı ben öyle şok halde kalırdım büyük ihtimal. Dede kim mi? Dur anlatacağım yahu, amma sabırsızsın.
Bu arada yan koltuğuma bir abla oturdu. Yan sırada da iki kızı var. Malum bizim memlekette bahar gelince, muhteşem vücut kokuları her yeri sarmaya başlar. Şimdi abla tam bu durumdaydı. Kızlar ise "saygı giderici anti nezaketan" almış gibilerdi, o sakız çiğneyişin başka bir açıklamasını göremiyorum. Bi de bunlarda sanırım genetik bir hastalık vardı, üçü de sürekli kıpırdıyordu. Ben de hiç sevmem öyle yanımda, önümde kımıl kımıl eden insanları. Manzarayı bir düşün sevgili okur, ön çaprazda Bay Libido, arka sırasında ablanın manyak kızları, yanımda ise mübarek ter kokusu ile beni kutsayan abla ! Yeterli mi? Yok yok, durun daha dede var sırada.
Otobüse o anda bir dede bindi sevgili okur. Otobüsün orta kapısını açmadıkları için ön kapıdan binmek zorunda kaldı. Dede, bastonla zor ayakta duruyor, oğlu kolundan tutuyor, o halde ancak yürüyordu. Dedenin seyahati ön kapıda başladı anlayacağınız, ben o an anladım, dede bu yolu bitiremez dedim. 24. koltuğun oralara geldiğinde dede kendini bıraktı, aha dedim gidiyor. Biz arkada irmiği kavurmaya başlamıştık ki, oğlu dedenin kolunu filan tuttu, dede 38. koltuğa doğru toparlandı, yüzüne bir renk geldi. O enerjiyle kalan mesafeyi de geçti ve gelip arka koltuğuma oturdu. Sonra dede kusmaya başladı, oraya kadar herşey iyiydi ama sonrası iyi olmadı. Dede 2,5 saat boyunca kustu.
Daha yola çıkmadan bütün bunlar olunca, ben epeyce abandone duruma geldim. Gözümü zaten o perçemden ayıramazken, yanımdaki abla kıpraşıp dururken, yolculuğun 30. dakikasında kafama bir de takkk diye bir baston yedim. O an dünyaya geri döndüm sevgili okur. Dede beni gelinine benzetmiş, bana "televizyonun sesini aç" diyormuş. Meğer o anda oynayan dizi, dedemizin favori dizisiymiş, Selena izliyormuş dede, hey Allahım yaaa !
Kafam biraz acıdı ama içinde bulunduğum hipnoz durumundan çıkmamı sağlamış oldu. Bu sayede kırocanın, ön koltuğumda oturan, adının "Eylem" ya da "Devrim" olduğunu düşündüğüm oğlan kafalı bir ablayı kestiğini farkettim. Resmen kan gövdeyi götürüyordu. Ama Eylem iyi dayandı, kırocanın umutları bitince başını önüne çevirdi ve gözlüklerini takıp bir daha etrafa bakmadı. Hatta 3 km uzunluğundaki tünelden geçerken bile güneş gözlükleri gözündeydi. Bu tip kırocanlar, iletişim kuramadıklarında, farklı iletişim kanalları kullanırlar. Mesela otobüslerin mola verdiği tesislerdeki bayanlar tuvaletinde kapıların arkası ya da elden ele dolaşan ve en az kendisi kadar abazan bir hatuna denk gelmesi ümidiyle bir banknot arkasına telefon numarası yazmak gibi... (Merak edenler ve aramak isteyenler için bakınız 500.000 Türk Lirası)
Neyse böyle işte sevgili okur, bir yoldan daha döndüm, evdeyim şimdi. Burnumda ablanın buram buram kokusu, kulağımda dedenin öğürtüsü ile bu kalbin kadar temiz sayfaya yazı yazıyorum. Bugün hiç mi iyi bişey olmadı dersen, valla bizim takım finale çıktı ama yenilerek çıktı. Böyle güzel bi baklava yerken içinden ceviz kabuğu çıkar da bi hoş olursun ya, amannn o gibi bişey işte.
Yolda bir de tabelalar gördüm, onları da başka zaman yazarız. Pai pai güzel insanlar :)

12 Nisan 2010 Pazartesi

Bize Her Yer 61 :)

Çoktandır zaman bulup da pazar gecesi futbol programlarını izleyememiştim. Bu haftasonu çalışmadığım için zaman ayırabildim. Çok enteresan bir haftasonu oldu :)

Cumartesi akşamı malum, bizim takımın Beşiktaş'la maçı vardı. Güveniyoruz da takımımıza, alırız diye bekledik. Umut Bulut'a neden Umut adı verildiğini anladığımız maçlardan biri oldu. Bir Umut gol atar diye herhalde :) Ama atar mı, havada Bulut, sen golü unut :P Neyse uzun lafı kısası, maç 0-0 bitti. Yaygara da ondan sonra başladı zaten, pehhh :)

Önce Telegol'e takıldım biraz, oradakileri çok seviyorum. Korunması ve pamuklara sarılıp sarmalanması gereken insanlar onlar. En çok da Ahmet Çakar'ı seviyorum, illaki zıt gidecek birilerine, tam benlik yani :) Son saniyedeki verilmeyen penaltı mevzusu lastik gibi uzatıldı tabi, BJKli yöneticinin ağlak açıklaması da yüreklerimizi burktu. Çok üzülüyorum bu çocuklara, bir kompleks durumu var ama hadi neyse. Bu arada stüdyoda kendi aralarında yapay tartışmalar yapıyorlar, ortam acaip zevkli yani :) Ben de etkilendim, eşime bir efeleneyim dedim ama Messi'den çalım yemiş yurdum futbolcusu gibi kalakaldım :P

Messi diyince, Zeki Çol'un sözünü etmeden geçmeyeyim. Geceyarısı programı var TRT1'de. Orda dedi ki, "Barcelona insanları futboldan soğutacak". Haklı adam, onları izledikten sonra bizim lig maçları, halı saha maçı tadı veriyor. Kasımpaşa hariç tabi :P Yılmaz Vural sen çok yaşa emi, ne tatlı adamsın yaa, akşamdan beri gülüyorum, kihhh kihhh :)) Bilmeyenler vardır belki, kendisi şöyle buyurmuş : "Kasımpaşa, Türkiye'nin Barcelona'sıdır". Hocam ya sen bizle dalga geçiyorsun ya da aklın sana bi oyunlar ediyor. Ne içiyorsan biz de istiyoruz ondannnn hocam :) Bu arada son programında Zeki Çol, gizlice birisi gıdıklıyormuş gibi kikirdeyip duruyordu. Kerem Öncel bi tuhaf oldu, "hocam maç daha farklı olurmuş aslında, ne dersiniz " diyebildi zoraki...

Gecenin en tatlısı Rıdvan'dı. Geçen haftaki Telekulak skandalından sonra, çıkar mı çıkmaz mı diye merak içindeydik. Çıktı ama olayların etkisindeydi, yatak altındaki dergileri annesine yakalatmış oğlan çocuğu kıvamında idi. Yorum yaparken her zaman kendine güvenen bir tavır çizen Rıdvan, o akşam Güntekin'in karşısında kırmızı yanakları ve uykusuz geçen gecelerin etkisiyle küçülen gözleriyle pek bir şirindi :) Bak Rıdvan hocam, bundan sonra büyük sözü DİNLE, başka da birşeye KULAK VERME, emi hocam? Biz gene de seviyoruz seni.

Bursa bu hafta tökezledi ama yine de liderliği koruyor. Şampiyon olmasını yürekten diliyorum. Ha 61, ha 16 :))

Bi de son olarak, Alanzinho'dan huzurlarınızda özür dilemek istiyorum. İlk geldiğinde, "bir sürü para alacak ama gele gele 1.50lik adam geldi, eksik malzeme var, malzemeden çalmışlar" gibi saçmasapan espriler yapmış ve bu esprilere kendi kendime gülmüş olabilirim. (Yazarınız özeleştiri yapmayı da bilir, sanmayın ki hep sağa sola çemkirir) Oynadığı futbolu gördükten sonra esprilerimin yersizliğini anlamış oldum. Önemli olan boyu değil durumu part 2 :)

Bi de en son olarak, pazar günü aniden blog hayatına katılarak beni şok eden Hasan kardeşime başarılar diliyorum. Bir gün blog yazmaktan sıkılıp da bırakmak için bahane ararsanız, girip blogunu okuyun. Yazmaktan tiksinmezseniz ben de adam değilim :) Modern Türkçenin katili, edebiyatın baş düşmanı, forumların konulara eklenişinin 3. saniyesinde yorum yazabilen hızlı silahşörü, iflah olmaz fenerli, blog yazarlarının en bebek yüzlüsü kardeşim benim. Sizin defter onay zamanı yakındır inşallah :)

Bu arada o pozisyon bence de penaltıydı :) Hadi pai pai

9 Nisan 2010 Cuma

Achtung : Ciddi Yazı Var !

Bugün ciddi takılacağım bebeğim ! Her taraf ünlem dolacak gördüğün üzere. Şimdi deme bana, yukarıya iki ayı resmi koymuşsun, güldürme taahhüdünde bulunmuşsun (bakınız:Blog kalite politikası) , sonra da diyorsun ki, bu yazı ciddi. (Not: ciddi = serious manasındadır, karadeniz şivesiyle "gitti" demek değildir, kapat parantezi bebeğim, ceyran etmesun)

Etrafımda hayatından mutsuz olan bir çok insan görüyorum. Mutsuz olmak için sebep aramaya gerek olmadığının farkındayım. Herkes herşeyden şikayet halinde, işten, eşten, aileden, sevgiliden, eski sevgiliden, hakemden vs vs. Ailesel meselelere girmeyeceğim ama iş konusunda şikayet edenlere diyeceklerim var.

İşsizlik oranımız (amanın neler anlatıyorum ben, kendimi belden aşağısı masa olan Yiğit Bulut sandım bir an) son derece yüksek, insanlar ya iş bulamıyor ya da hakettiğinin altında ücretlere çalışıyor. Ama bir de hiçbir şey yapmayanlar grubu var, ben izninizle bu yazıda kendilerine çemkireceğim.

İki sene önceydi, NTV'de Planet Earth diye bir belgesel yayınlandı. O dönem büyük bir beğeniyle izlemiştik. Belgeselin DVD'lerini bulduğumuzda da almaktan imtina etmedik (yazı ciddi ya, eski kelimeler uçuşabilir bebeğim). Belgeselin tümünü izledikten sonra, canlıların hayatta kalmak için yaradılıştan itibaren uyguladığı son derece başarılı stratejiyi keşfettim. Yılın 12 ayını kar ve buz altında geçiren yerlerde ya da yağış almayan çöllerde yaşayan canlılar, bir şekilde hayatta kalmayı ve karınlarını doyurmayı başarıyorlar. Strateji şu:
  1. Besin olmadığında kış uykusuna yat
  2. Kış uykusuna yatamıyorsan, bulunduğun bölgede sürekli av peşinde ol
  3. Bölgende av yoksa başka bölgelere göç et, sürekli yer değiştir

Şimdi bunu kendimize uyarlayalım:

  1. Yeterince birikmiş paran varsa, eş / baba / kayınbaba üçlüsünden birisi hayatının sponsoru olacak kadar zenginse veya çok affedersin ayıysan yat uyu !
  2. Bu maddeyi okuyorsan "madde 1" geçersiz demektir bebeğim, o zaman yaşadığın yerde iş anlamında ne varsa tarayacaksın. Parası az, masa yok, mesai uzun demeyeceksin, daha iyisini bulana kadar o işi yapacaksın. İşini de iyi yapacaksın, ne kadar köfte o kadar ekmek mevzusuna hiç girmeyeceksin! (Köfte de iyi giderdi şimdi be, yanında piyaz filan, offf )
  3. Etrafta iş imkanı gerçekten hiç yoksa, o zaman biraz hareket bebeğim. Oturarak üretim yapan tek canlı tavuk, onun da bir tarafları yırtılır üretim adına. İş nerde sen orada! Ben burdan taşınamam, ben o kadar gidemem dediğin an bu bünye geçersiz işlem yürütüp kapanır. Git gözüm git, ekmeğinin peşine düş. Bak ayıya, 6 ay uyuyor ama kalan zamanda balığını sudan çıkarıyor. Hiçbir şey olamıyorsan ayı kadar ol bari !

Şimdi lütfen yaşamaya başla, feysbuk sayfanı sağ üst köşeden tıklayarak kapat, msn'de çevrimdışı ol, video izlemeden, paylaşım yapmadan da nefes alabildiğinin farkına var. Evrene pozitif enerji göndererek içinde bulunduğun durumdan çıkamazsın. Bilinçaltınla uğraşmayı bırak, bilinçaltını değil, önce gününü programla. Herkesi sevme dalgasını boşver, ben herkesi sevmiyorum, ne diye seveyim ula !

Bugün de yazı sosyal mesajdan geçilmiyor ama son bir sözüm daha var, bu sözüm iletilerine ünlü adamların sözlerini yazanlara... Gün geçmiyor ki bir Bukowski, bir Orson, bir sen, bir ben bir de bebekten bir söz yazmasın iletisine. Be kardeşim, senin hiç kendine ait görüşün yok mu ? Kendin düşünemiyor musun? Kendin cümle kuramıyor musun? Bir düşün bakalım, Bukowski olmasaydı iletine ne yazacaktın ??? Sen şükret Bukowski'nin anasına, o gece kocasına "başım ağrıyiii bey, bütün gün çamaşır bulaşık, bu gece olmaz" deseydi sen kimin sözlerini yazacaktın ?

Ciddi halim de hiç çekilmiyor biliyorum. Bundan dolayı Arzu şimdi ciddi. Hadi pai pai !

5 Nisan 2010 Pazartesi

Son Durum ya da Son Dürüm :)

Sevgili blog, günlerdir seninle ilgilenemedim bebeğim, biliyorum bana kızgınsın ama dur bi dinle beni, surat asma kuzuşum emi ?

Durum 1: Volkan Konak, programında Mustafa Ceceli'yi konuk olarak aldı. Kendisi çok saygıdeğer bir insan, diyecek sözümüz yok. Sorun da bu işte, adama diyecek sözümüz yok. Okan'ın dediği gibi sıkıcı bu adam. Şimdi çamur listemizi kontrol edelim:
  1. Ses yok abi adamda: Allah çarpar valla, ses 10 numara!
  2. Tipsiz gibi sanki: 40 bin volt geliyor şimdi, çarpıldın çarpılacaksın. Allah bağışlasın, güzel çocuk
  3. Çapkındır kesin: Evli barklı ayol, hem de endüttüri mühendisiymiş yenge, al bu da senin kapağın bebeğim!

Yok işte yok, diyecek bişey yok. Ama robot gibi geliyor bana nedense, Cece serisi Mızdıva modeli şarkıcı robot gibi sanki. Dinlerken his olmuyor abi, "hoşlantı" eksik kalıyor, ilantürük alamıyorum.

Sonuç 1: Kendisine maruz kaldıktan sonra beş posta Hayko Cepkin - Sandık dinlenecek. Sahibi Yok'a elli tur attırılacak.

Durum 2: 1 Nisan'da Miss Turkey 2010 yapıldı sevgili blog. Gayet Pala Remzi bir ablamız kraliçamız (ahh Yusuf Güdük, seni pek özledik) oldu. Bu sene mahsul iyi değil sanırım, ahh şu da seçilemedi dediğimiz kimse olmadı. Bugün gazetede bir yorum okudum, diyorlar ki, kızlardan biri güzelmiş aslında ama sorulara verdiği cevaplar başını yakmış. Sorular da şöyle:

  • Dünyanın en güzel kadını kim ? : Anam
  • En sevdiğin özelliğin? : Bıyıklarım

Kızceğizin ne cevap vermesini bekliyorlardı anlamadım, diferansiyel denklem sordunuz da çözemedi mi yavrucak?

Sonuç 2: Yarışmanın bir "1 Nisan " şakası olduğunun açıklanmasını bekliyorum.

Durum 3 : Fenerbahçe Acıbadem Voleybol Takımı, şampiyonlar ligi finalinde yenilerek 2. oldu. Kendilerini gönülden tebrik ediyorum, gurur duyduk kendileriyle.

Arzu ??? Fenerbahçe ?? Gurur mu dedin?

Sonuç 3: Ben Acıbadem kısmını tutmuştum, o yüzden sorun yok, gurur duyabilirim rahat rahat :)

Durum 4: Anayasa paketi haberlerinden takriben 1 hafta önce koptum. Demin bir izleyeyim dedim, birşey anlamadım.

Sonuç 4: Anayasayı burada mı mahvedersiniz, paket mi yapalım efendim ?

Durum 5: Ev telefonu reklamlarında neden Cem Yılmaz oynuyor? Ben olsam, Yaprak Dökümü'nden Hayriye ile Fikret'i oynatırdım. 2 saatlik dizide, istisnasız 2,5 saat telefonla konuşuyorlar vıdı vıdı. Ne şarj varmış o Fikret'in telefonunda beee, bizimki 3-4 saatte mevta oluyor.

Sonuç 5: Önümüzdeki bölümde, Hayriye Necla'yı patakladıktan sonra, kameraya dönüp "ev telefonundan ambulans çağırayım, dakikası on kuruş" desin. Fikret de telefon kablosuyla Cevriye'yi boğsun. (Şiddetim gelmiş benim, erörrr, erörrrr)

Durum 6: Bu hafta Aşk-ı Memnu, Aşk-ı Meme görüntüsündeydi. Sadece bu yılın değil, yüzyılın anası Firdevs Ana da dahil olmak üzere, Bihter her türlü dekolte yaptı sevgili blog. Bir de reklamda oynatmışlar, ne dediği anlaşılıyor ne de öyle zıpıdı zıpıdı yürüdüğü. Ben de deodorant sürüyorum ama hiç öyle zıpılamıyorum. Birşeyleri eksik mi bırakıyorum, anlamadım ki???

Sonuç 6: Firdevs Ana öğretilerine çalışılacak, bu hafta sorumlu olduğumuz dersler şunlar:

  • Erkeği kendine bağlama ve ustaca evlenme teklifi ettirme
  • Dağılan yuvayı toplamak için klinikleri arayıp casusluk yapma
  • Fönlü olarak uyanma (Ben buna boşa çalışmayayım, kıvırcık saçlılar için geçersiz bu ders)

Durum 7: Kültürel faaliyetleri de es geçtim sanma blog, haftasonu sinemaya bile gittim. Çok Filim Hareketler Bunlar'ı izledim. Komikti ama film gibi değildi, bildiğin skeçti.

Jose Saramago'nun Görmek adlı kitabına başladım. Başladım ! Gerisi ya nasip, ne zaman biter bilinmez. Saramago ile okuma alışkanlığımı terbiye etmeye çalışıyorum, biraz eziyetli bir yöntem ama olacak eminim. Muz Sesleri ve Görünmeyen'i aldım bir de, Görmek bitince onlara başlayacağım.

Sonuç 7: Allah kurtarsın!

Çok yorgunum blog, birazdan yine yollara düşeceğim. Ben gelene kadar bekle tamam mı?

1 Nisan 2010 Perşembe

You Can Add Kazım or I Don't Know :)


Canlarım, sevgili feysbuk arkadaşlarım, bu gece kısa keseceğim. Bugün gelen bir e-postanın ekinde, yukarıdaki resim vardı. Olur da heveslenirsiniz, Kazım'ı eklemek istersiniz diye resmi az buçuk kırptım :) Zira kendisi sadece belli bilgilerini herkesle paylaşıyor ama gördüğünüz üzere temel bilgiler şunlar : Kazım bir erkek ! Anlatacaklarımdan sonra Kazım'ı kınamanızı istemiyorum.
Arkadaş listenizden habire sayfa, grup vs daveti geliyor ya hani, Kazım'a da gelmiş onlardan. Belliki nazik insan, empatik insan, kıramamış kimseyi ve her gelene "hee" demiş. Bakın sonra ne olmuş ??? Kazım hem dini gruplara, hem de Rebeca diye profesyonel bir yengenin sayfasına hayran olmuş. Oldu mu be Kazım, oldu mu be erkek Kazım ? Kendi profil sayfana hiç mi önizleme yapmadın anam babam?
Ana Fikir: Her davete he demeyin, adına kanıp hayran olmayın. Bi tutarlı olun, bi imaj çizin. Sanal alemde şöyle görüntülenmek ister miydiniz:
"Arzu Vitaminoğlu, Düdüklü Tencere'nin hayranı oldu" (Maviye kanıp link sanmayın :P )
Şimdi karar senin bebeğim! Kazım'ı tanıyorsan, ondan uzaklaş ya da "Kazım'ın Dramına Bir Tarafıyla Gülenler, Toplaşın ya da Toplaşmasanız da Olur, Tek Tek de Gülebilirsiniz" grubumuza üye ol.
Hadi görüşürüz, 3-4 gün kafayı kaldıramam sanırım. Listenizi kontrol edin, araya Kazım kaçmış olabilir. Ignore, ignore, ignore :))