27 Şubat 2010 Cumartesi

Ev Kadını Operasyonu :)

Cuma günü gerçekleştirilen Ev Kadını Operasyonu kapsamında; evin oturma odası, yatak odası, kozmik odası (nam-ı diğer karanlık oda), tuvalet ve banyosu kurtarılmıştır. Yapılan çalışmalarda, milyonlarca mikroorganizma ölü ele geçirilmiştir. Banyo bölgesinde gösterdikleri mukavemet, yoğun kıvamlı domestos ile kırılmıştır. Tüm perdeler yıkanmış ve dört plastik sandalyeyi üstüste koymak suretiyle asılmıştır. Asma çalışmaları sırasında, operasyon güçlerinin sağ kollarında ciddi yorgunluk meydana gelmiştir. Mutfaktaki kazı ve temizlik çalışmaları ise geniş çaplı şekilde sürmektedir.

Bu sebeple, blog yazarı kendisini toplayana, bir daha ev bu kadar dağılmadan temizlik yapması fikri, odundan hallice kafasına girene kadar , blog yazarının 50 farmville ıvır zıvır daveti ile cezalandırılmasına ve blog yayınının necefli maşrapa ile devam etmesine karar verilmiştir. Ancak süregelen operasyonun mana ve ehemmiyetine binaen, sarı renkli plastik kova daha münasip görülmüştür.

Cümleten iyi tatiller gençler :) Tüm balerina ciflere selam olsun. Pai pai :P

24 Şubat 2010 Çarşamba

Bordooooooo Maviiiiiiii :))

Futbolla aranız nasıl bilmiyorum ama ben çok severim. İzlemesini de oynamasını da :)) Çocukken erkeklerin arasına karışıp futbol oynardım, gücümün yetmediği yerde tırnaklarımı devreye sokardım. O zamanlar tırnakla saldırı henüz 10 kusurlu hareket arasında değildi :) Olsa bile kimse benden beklemezdi. Efenim bendenizin çok masum bir yüzü vardı, yaramazlık yapsam dahi, yüzüme bakan büyükler, yok yok bu bebe suratlı yapmamıştır diyip es geçerdi. Hafif de sinsi bir çocuktum sanırım, boynumu da azıcık bükmeyi akıl ederdim , böylece yırtardım hepsinden.

Memleketimiz Trabzon, aile toptan Trabzonsporlu, hem de fanatiklik boyutunda. Bilirsiniz Trabzon'da metrekareye 5 adet teknik direktör düşer. Bizim ev de öyleydi, maçları izlerken hepimiz hem taktik verir, hem hakeme iltifat eder hem de dalaşacak kimse bulamayınca birbirimize dalardık. İlkokuldayken, babam haftasonları maça götürürdü, Şenol Hoca'nın kaleci olduğu zamanlardı. Gerçi sürekli ya çiş gelirdi ya da susardım, ihtiyacım hiç bitmezdi, babam rahatça izleyemezdi maçı ama yine de götürürdü.

Sevgimiz ilgimiz zaman içinde daha da arttı. Memleketten uzak olsak bile, takımımız, olduğumuz şehre geldiğinde maça gider, destek verirdik. Üstelik bu sadece takım sevgisi değil, futbol aşkı şeklindeydi. Üniversitede, futbol topunu hayatında görmemiş kız arkadaşlarımı, 2.lig maçlarına bile gitmeye razı ederdim. Karşıyaka-Eskişehir maçına gitmiştik mesela bir arkadaşımla, ne alakaysa artık. Yeminle, tribündeki tek kız bizdik, bizim etrafımızdaki 3 m çapındaki erkek grubu, küfretmeden izlemek zorunda kalmıştı :)

Vallahi ben maçları izlemeyi çok seviyorum, yabancı maçları da izlerim zaman zaman. İlgilenmeyen hemcinslerim biraz önyargılı sanırım bu konuda. Oysaki hep birlikte izlendiğinde daha çok zevk veriyor. Ama şu manzara iyi değil tabi:

- Kız: Korner kenardan atılan şey değil miydi Guizettin?
- Erkek: Yok aşkım, ona taç diyoruz.
- Kız: Aaaa birisi topu eliyle tuttu, faull faullll
- Erkek: Aşkım o kaleci, tutabilir.
- Kız: Ofsayt nasıl oluyordu Guizettin?
- Erkek: Aşkım ben sana bunu tuvalet kağıdıyla uygulamalı göstericem sonra.
- Kız: Bunlar hep böyle bir o yana bir bu yana koşucaklar mı Guizettin?
- Erkek: :S Aşkım amaç bu zaten, topu kaleye sokmak için karşılıklı atak yapacaklar
- Kız: O zaman o adam topu neden boş kaleye atmadı Guizettin?
- Erkek: Onun adı Guiza aşkım, gerisini boşver :)))

Maçlarda güzel yorum yapan yorumcular olduğunda, izlemek daha da zevkli oluyor. Adam anlatınca, mevzuyu daha iyi anlamak mümkün oluyor. Kusura bakmasın ama bazısı da maçı katlediyor. Mesela:

- Spiker: Ömer abi ne diyorsun bu kaçan pozisyona?
- Ömer abi: Eee Erdoğan, kaçmaması lazımdı
- Spiker: İlk yarı biraz durgun geçti Ömer abi, ilk yarıyı yorumlar mısın?
- Ömer abi: Evet, ikinci yarıya bakıcaz Erdoğan.
- Spiker: Gol pozisyonu açısından maç kısır gidiyor Ömer abi?
- Ömer abi: Bu maçta gol olmaz Erdoğan, aaa gol oldu, biliyordum bunu.
- Spiker: Kapalı defansı geçmek için ne yapmak gerek Ömer abi?
- Ömer abi: Eeeee açmak gerekir Erdoğan.
- Spiker: Bu nasıl olacak Ömer abi?
- Ömer abi: Eeee kısa pas yapıp, bloklar arası bağlantı kurması lazım Erdoğan.
- Spiker: Abi hep bunu söylüyorsun, sende başka bir numara yok galiba.
- Ömer abi: Eeeee ben zaten bunu diyeceğini biliyordum Erdoğan, ofansif oyunda bunlar olur hep.
- Spiker: Bir git abi, lütfen
- Ömer abi: Eeee daha kollektif oyun diyecektim ama sen alanı daralttın Erdoğan !
- Spiker: ???? !!!!!! % !!!!! git abi git, kendini çok sevdirmeden git.

Ehhh bugünlük bu kadar sevgili blog. Bu yazıyı, sevgili kardeşim Hasan'a ithaf ediyorum. :)) Güle güle kullansın aman okusun. Hadi kaçtım, pai pai 8 )

22 Şubat 2010 Pazartesi

Tuhaf ve Bezgin

Karmakarışık bir haftasonu nihayet geride kaldı. Cumartesi ve pazar günü, eğitim sebebiyle çalışarak geçti. Salı gününe yetiştirilecek işler var, yorgunluk bir yandan, gündemin karmaşası bir yandan. Bir de üstüne Mutluşumuz bir kulak-burun-boğaz operasyonu geçirdi. Cumartesi günü, eğitimden sonra hastaneye gittik onu görmek için. Annesi babası sarsılmış, Mutluş sarsılmış. Onları öyle görünce biz de fena olduk. Mutluşu hep kıpır kıpır ve bıcır bıcır görmeye alışmışız. Saniye yerinde durmadığı için resmini bile çekmek zordur tatlı cadının.



Ama o gün onu yatarken ve narkozun etkisiyle hareketsiz görünce, çok koydu vallahi ikimize de. Çok şükür şu anda iyi, eski yaramazlıklarına başlamış bile :) Sevgili Aslı ve Umut'a da geçmiş olsun diyelim. Mutluş artık daha da sağlıklı olup, bizi daha fazla mahvedebilecek. Oyyy özledim keratayı özledim.

Velhasıl kelam , biraz tuhaf bir haftasonuydu. Bezgin Bekir gibi yatıp uyuyasım var ama çalışmak gerek ! Bu sefer kısa ve keyifsiz bir yazı oldu, affola ... Pai pai

19 Şubat 2010 Cuma

Terminatör 3: Adnan Ziyagil'in Yükselişi :)

Dün akşam itibariyle bir yaşımıza daha girdik efendim. Çünkü yeni bir şey öğrendik. Siz, sinirlendirmek fiilinin kimler tarafından kullanıldığı biliyor muydunuz? Ben herkes kullanır sanıyordum. Meğerse bizim gibi maraba takımı sinirlenirmiş sadece, zenginler ise "yükselirmiş" :)) Evet evet, dün bunu Adnan Ziyagil söyledi, "beni daha fazla yükseltme Bihter" dedi. Kim demiş bu dizi zararlı diye, bakın sayelerinde neler neler öğrendik.

Bu arada kadın devlet bakanlarımızdan biri, bu diziden "irrite oluyormuş, ahlak bozucuymuş" filan filan demiş. Şimdi efendim, yurdumuzda en kolay şey devlet yönetmektir. Şöyle oluyor; problemin tipi belirlenir ve derhal ilgili bir dizi bulunur ve itina ile suçlanır:

Problem tipi ve Kök nedeni

1. Artan suç oranı : Kurtlar Vadisi

2. Ahlaksızlık : Aşk-ı Memnu

3. Katsayı problemi : Arka Sıradakiler

4. Sahte vekaletle dolandırma : Yaprak Dökümü

5. Töre cinayetleri : Sıla

6. Faili Meçhul Cinayetler: Cold Case

7. Kayıp Çocuklar: Lost

Listemiz böyle uzar gider sevgili arkadaşlar. Bizi güdenler, çok affedersiniz bizi yönetenler, La Fontaine'den Masallar kapsamında hepimizi uyuturlar.

Bugün nette, aşağıdaki resmi gördüm, hoşuma gitti. Öylesine koyayım istedim.

Bu da blogumu izleyen, yorum yazan, desteklerini esirgemeyen tüm güzel insanlara, blogumuzun hediyesidir. Sonsuza kadar geçerlidir :))

Sevgi kelebeğiniz hayırlı akşamlar, güzel haftasonları diler, pai pai :))

18 Şubat 2010 Perşembe

Başka Söze Gerek Var mı?


Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Mustafa Kemal Atatürk



20 Ekim 1927

17 Şubat 2010 Çarşamba

Arz Ederim :)

Son yıllarda bu kadar çok ilgi çeken başka bir program olmadı sanırım. Ben de ilk bölümden beri izliyorum. İş sebebiyle kaçırdıklarımı da gece tekrarlarında izledim. Son zamanlarda iyice kurgu bir yapım haline geldi ve eskisi gibi tadı yok. Şöyle dönüp bakınca geriye, katılanların profillerini düşündüm ve ortaya bu yazı çıktı, daha doğrusu çıkacak.

Çıtırsu grubu (20-30 yaş arası kız kontenjanı): İnsanın geleceğe dair tüm inancını kaybetmesine yol açan bir gruptur. Hepsi doğuştan sarışın olmakla beraber, saçları genel olarak sarıya boyanmıştır ve simsiyah kaşlarıyla oluşan tezat karşısında, insan dumurlardan dumur beğenmektedir. Dekolte kavramı üzerine tez yazdıracak kadar görsel malzeme sunarlar. Bacak, meme, bilumum kısımlar açıktadır ve fazlasını görme ihtimali sebebiyle, gözüne ışık tutulmuş tavşanlar gibi bakakalınmaktadır. Köy kahvelerinde, en fazla ilgi gören grubun bu grup olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Yemekle tek ilgileri, ben onu yemiyorum, şunu yemiyorumla sınırlıdır. Pilav yapmaya kalkıştıkları ve hatta hazır pasta tabanlarından sıpeyşılll pasta yaptıkları görülmüştür. Bu grup kesinlikle ekmek tüketmez. Tıslayarak konuşmaları, halk arasında lokal paniklere sebebiyet vermiştir. Fazla ciddiye alınmamaları, sıkı sıkı giydirilerek, 1 ay süreyle tereyağlı tarhana çorbasına talim ettirilmeleri yararlıdır.


Kıtırsu grubu(20-30 yaş arası evli bağyanlar): Çıtırsu grubun resmi nikahlı halidir. Geçirdikleri evrim sebebiyle, sarı saçlara ilave olarak tüy, taç, postiş vb aksesuarlar bunlarda doğal olarak gelişmiştir. Dekolte konusunda, Çıtırsu ile rekabet edemezler ama göğüs çatalları illaki kamuya açılmıştır. Evleri çok çok çoktur, yani her şey ya bembeyaz, ya simli, ya da ne bileyim abartılı süslüdür. Market alışverişine jiple giderler. Parmesan ve mozarella olmadan yemek yapamazlar. Tiramisu en bildikleri tatlıdır ve genelde tiramisuları çok meşhurdur. Bu grup doğrudan suplaya doğduğu için, sofrada supla olmadığında yemek yiyememektedir. Yemek yapabildikleri görülmüştür ama et sevmem, kıyma severim diyen türlerine de rastlanmıştır. Bu grup ekmek yemek için deli olur ama Çıtırsu sebebiyle yapamaz. Derhal üç çocuk yapıp, dünyadan ellerini eteklerini çekmeleri tavsiye olunur.


Feleğin çemberi grubu( 30-50 yaş grubu bağyanlar): Bu grup kendi arasında ikiye ayrılır; zengin ve orta halliler olmak üzere. Yaşları, beyan edilenden en az 8 yaş daha büyüktür. Mutfak pratikleri iyidir, baklava, börek açanlarına rastlanmıştır. Saçları genel olarak kızıl ve sarıdır. Ara sıcak olarak salata veren yarışmacılar en çok bu gruptan çıkmaktadır. Tavuk salatası yapma ve zeytinyağlı kereviz pişirme potansiyelleri yüksektir. Tatlı olarak irmik helvası favoridir, ancak tiramisu hastalığı bu grupta da kendisini göstermektedir. Paçanga böreğinden nefret edilmesinin en büyük suçlusu yine bu gruptur. Onu bunu yemem diyen ama en az 100 kg olan yarışmacılar da görülmüştür, hiçbir şey yemediği halde nasıl yarım dünya olabildikleri merak konusudur. Bu gruptakilere tereyağlı ballı ekmek diyeti yaptırılması önerilir.

Menopoz grubu: Aşırı sinirli teyzelerin yer aldığı gruptur. Bu teyzelerin bir ısınıp bir üşümesi sebebiyle, evsahibi yarışmacının yemek sıcaklığını ayarlaması imkansızdır. Yıllardır aynı yemekleri yapmanın verdiği pratiklikle çok rahat mercimek çorbası ve şehriyeli pilav yaparlar. Herşeyi eleştirirler, hedef kitleleri Kıtırsu grubudur. Çıtırsu grubunu raaakip olarak görmezler. Türk mutfağından şaşmazlar ama bildikleri yemekler on adetle sınırlıdır. Evsahibinin yaptığı, ismi uyduruk, kendisi uyduruk çorbayı bile bildiklerini iddia ederler, zottiri çorbası böyle olmaz, nane konmazzz buna diye çemkirebilirler. Kendi günlerinde çuvallamaları için tüm yarışmacılar ve izleyicilerden beddua alırlar ve işe de yarar. Orta halli olanların evindeki vitrinlerde, içinde çay kaşığı olan çay bardakları vardır ve öylece tozlu tozlu orada durmaktadır. Runner denen zımbırtıya randırt diyenler bu grup yarışmacılardır. Zaman zaman birinci olabildikleri görülmüştür. Elleri öpülmeli ve brokoli salatasıyla beslenmelidir. Saygılar.

İpeksi grup: Saç modelleriyle, göğüs dekolteli transparan gömlekleriyle istisnai bir gruptur. Evleri son derece şıktır, genellikle pembe ve mor tonlarda döşenmiştir. Sarma sarıp helva kavurabilirler. Öyle baygın baygın konuşurlar ki, dinlerken kendinizden geçmeniz olasıdır. Şarkı söyleyenleri ağırlıktadır. Köy kahvelerinde, bu grup için yapılan yorumlar, tahmin edilmekle birlikte yine de merak konusudur. Neşeli bir gruptur ama rekabetleri acımasız olabilmektedir. Gömleklerinin eksik düğmelerinin dikilmesi ve kaşların o kadar inceltilmemesi tavsiye olunur.

Genç erkek grubu(20-30 yaş arası): Neden orada oldukları, kendileri de dahil olmak üzere kimse tarafından anlaşılamamıştır. Bir arkadaştan alınan şüpheli tariflerle yarışmaya katılmışlardır ve çoğu yemeği ilk kez yapacaklardır. Kremşanti ile krema arasındaki farkı bilemeyip, makarnaya kremşanti koyanlarına rastlanmıştır. Kendi günleri dışında iyi yemek yerler, bunların tabakları mutlaka boşalır. İyi niyetli gençlerdir, maksat karın doyurmaktır, Tanrı misafiri muamelesi yapılıp, yemek sonrası ceplerine 20 lira taksi parası konularak uğurlanmalıdır.

Ağır Abi grubu (yaşsız): Genel olarak meslekleri “işadamı”dır. Parlak kumaştan takım elbise giyip, kravatsız gezerler. Yemek yapabildiklerine bir şekilde inandırılmışlardır, erkekliğe b.k sürmemek için yemek yapmaya çalışırlar. Hazır çiğ köfteyi nasıl yaptığını anlatan “delikanlı” modelleri de mevcuttur. Ağdalı konuşmaları çekilir gibi değildir. Kurtlar Vadisi izlemeleri yasaklanıp, Aşk-ı Memnu fanatiği haline getirilmeleri yararlı olacaktır.

Andropoz grubu: Bu yaş grubu amcaların hepsi istisnasız sonradan gurmedir. Fular bağlayanları, Hıncal Uluç ekürisidir. Habire öğretirler, habire konuşurlar. Damarlarına basıldığında, menopoz grubu teyzeler kadar asabi olabilirler. Emekli olmaları tavsiye edilir.

Karikatür Tipler grubu: Uzaylı taşlayan köylüler kadar masum, kendisini prenses sanacak kadar uçuk, etrafa tükürecek kadar kendinden geçmiş tipler bu gruptadır. Bunların oldukları haftalarda, program izlenmeyecek hale gelmektedir. 2-3 yabancı ülke görünce kendisini fasulyeden sayan zat-ı şahaneler, sürekli türkü söyleyen / uyduran Karadenizli kovboylar, içine yaratık kaçmış Angaralı Anadolu çocukları, enginar uzmanları da bu kategoriye girmektedir. Tiramisunun yöreden yöreye (örneğin Kırşehir’de biz kıyma koyarız) değişiklik gösterdiği iddiasına sahip karikatür tipler de olmuştur. Bu grup tedavi edilemez durumdadır, Allah ailelerine sabır versin.

Şarkıcı grubu: Yemeğiniz hiç olmamış X bey veya X hanım dendiğinde, aaaa patlatalım o zaman bir şarkı diyerek cevap veren, gözü her daim kamerada olan, potansiyel şöhretlerdir. Bir hafta sonra unutulurlar, meşhur olanı görülmemiştir. (Allahtan)

Normal grup: Sen, ben gibi normal insanlar. Bu grubun bir özelliği yok yani :)

Bu kategorilerde değerlendirilemeyecek iki tane yarışmacı oldu şimdiye kadar. Birisi yukarıda gördüğünüz Prens Erkan. Çok şahsına münhasır bir insandı, kendisini ve dansını unutamadık hiç ama tüm zamanların favorisi, pardon faforisi kimdir derseniz, Hasan Bey'i tek geçerim.

Dekolteli salata yorumlarıyla, mum ışığından rahatsız olduğu için taktığı güneş gözlükleriyle, konuştuklarından pek bir şey anlaşılamamasıyla ve terkos suyuna olan aşırı sevgisiyle hepimizi kendimizden almıştır. Bıraktığı hasar kalıcıdır, her yarışmacıda kendisini aramamıza sebebiyet vermiştir. 2 paket margarinle yaptığı et sote hafızalarımıza kazınmıştır, saç modeli ise delirtmiştir. Kendisini çok özledik, bir hafta boyunca sadece kendisiyle yarıştırılmasını istiyoruz. Arz ederiz :)




14 Şubat 2010 Pazar

Sevgilim, Sevdiğim, Yol Arkadaşım

Bu yazı senin için sevgilim; bugün 14 Şubat, birileri adını Sevgililer Günü koymuş. İyi de etmiş. Elbette her gün özel, her gün 14 Şubat kadar özel ama varsın böyle de bir gün olsun.

Ben önce teşekkür etmek istiyorum sana, hayatıma geldiğin ve 14 senedir bana yoldaş olduğun için. Çocukken hep babama benzeyen biriyle evlenmek hayalim vardı. Yani gözüpek, çalışkan, ailesinin kahramanı, sevgi dolu, varlığıyla huzur ve güven veren biri. Ahh bir de Trabzonsporlu olması tabii ki :) Bak yine romantik olmayı beceremedim canım, içimdeki muzip veledi durduramıyorum bir türlü. Sen geldikten sonra, hayatım bambaşka oldu sevgilim. Bana her zaman güç verdin, mesleğimde başarılı olmam için destek oldun. Ağlayacak bir omzum, sığınacak kollarım oldu seninle birlikte. Akşam iş çıkışı eve giderken içime doğan heyecanın, sevincin en büyük sebebi sen oldun. Birbirimizden ne çok şey öğrendik, boşluklarımızı birbirimizden tamamladık. Hani bir söz vardır ya, "insan hayata tek kanatlı bir melek olarak gelir, uçabilmek için bir başka meleğe daha ihtiyacı vardır". Sen uçmamı sağlayan o melek oldun. Zor günlerimiz oldu, ileride de olacak belki. Ama varlığınla ve birlikte olmamızın verdiği güçle hepsini aştık sevdiğim.

Bu kalplerin hepsi senin için canım. Paintte yapacaktım ama :)) hazır kullanayım dedim bu kez. Şu an karşımda oturuyorsun ve muhtemelen, yüzümdeki komik ifadenin sebebini merak ediyorsun. Apocaliptica, Nothing Else Matters'ı çalıyor. Bir kalp mesafesinden uzak olamayız diyor şarkının sözleri. İyi ki var bu şarkılar, bazen söz bitince, şarkı yetişiyor.

Bu yazı senin için sevdiğim; seninle aynı yöne yol almaktan, seninle birlikte yıllanmaktan ve saçlarımıza yavaş yavaş düşen beyazlardan çok mutluyum. Sana yemek pişirmek, sevdiğin reçeli tabağa koyarken senin nasıl zevkle yiyeceğini düşünmek bile mutlu ediyor beni.

Anlatacak çok şey olup da tarif edecek kelime bulamamak ne garip. İyi ki geldin hayatıma, iyi ki sevdin beni... Bebek yüzlü iki çocuktuk yolun başında ve şimdi büyüyoruz birlikte.

Biliyorsun değil mi?

12 Şubat 2010 Cuma

Fikir Uçuşması :)

Çok şey yazmak isteyip de hiç yazacak gücüm olmadığında, kafamda dönen seslerin beni nasıl yorduğunu bilemezsiniz. (Yok yok şizofren değilim :) ) Bir yandan aklıma gelen yeni konuları hemen yazmak istiyorum, bir yandan da konuyu istediğim kıvama nasıl getireceğimi düşününce motivasyonum düşüyor.

Off o kadar çok konu birikti ki önümdeki klasörde, herbirinde 3-4 cümle olan bir sürü yazı adayı var :) Evet ben en çok mizah yazmayı seviyorum, yazarken eğlenmek istiyorum. Herşeyin fazlaca ciddi olduğu ve buna karşın son derece lakayıt şekilde yönetildiği bu ortamda, bir de ben ortalığı kasmayayım, değil mi? Kendi küçük dünyamda, bir de yolumun kesiştiği güzel insanların dahil olduğu kendi Harikalar Diyarı'mda, birkaç dakikalık tebessümler çizeyim o güzel insanların yüzlerine. Birkaç dakika diyip de kendimi küçümsediğimi sanmayın, önemli olan süresi değil, işlevi :))

Başlığı boşuna fikir uçuşması koymadım, bakın şimdi ne anlatacağım. Kalemi güçlü bir arkadaşım (kendisini blogger yapma gayretindeyiz), facebookta bir yazısını paylaşmıştı. Zaman içinde yitip giden arkadaşlıklar ve gitti sandığınız anda hiç gitmemiş gibi hayatınıza geri dönenler üzerineydi yazısı. Herkes, yazının etkisiyle son derece ciddi ve duygusal yorumlar yazmıştı. Ben çok çabuk etki altında kalırım, yazıyı ve yorumları okuyunca ben de çok duygusal bir yorum yazmaya başladım. Ama daha üçüncü cümlemde, içimdeki muzip çocuk dayanamayıp, saçma saçma şeyler yazmaya başladı. Yorumu bitirdiğimde, Cem Yılmaz'ın Anadolu Rock'ından bile bahsetmiş olduğumu gördüm :) Vallahi bu iki konuyu, Sunay Akın gelse, birbirine bağlayamazdı :P Çok seviyorum onu, dünyada onun gibi binlerce adam olsa keşke. Offf dur deli kız dur, konuyu saptırma yine :)

Demin çok derin düşüncelere daldım, çok ciddi meseleler hakkında kararlar almaya çalıştım. Şöyle ki:
  • Uykusuz'un bu haftaki sayısında verdiği Fırat çıkartmalarını hangi defterlerime yapıştıracağıma karar verdim.
  • Sevgililer Günü için yapacağım pastayı ne renk yapacağıma ve nasıl süsleyeceğime karar verdim.
  • Yarın akşama ıspanak pişirmeye karar verdim.
  • Jose Saramago'nun benim gibi uzun paragraflarda kaybolan, sıkılgan tabiatlı okurlarını hiç düşünmediğine karar verdim.

Evet, biliyorum, durum sandığımdan da kötü :)) Bize ne öğretmişlerdi, her kompozisyonun bir giriş, gelişme ve sonuç bölümü vardır evladım, bir de ana fikri vardır. Şimdi bakalım kendi yazımızdaki hatalara:

  • ana fikir: ıspanak ve Fırat
  • damdan düşer gibi konuya dalma
  • prematüre bir gelişme bölümü
  • acı bir sonuç: otur kızım, 2, pazartesi velin okula gelsin :)

Bazen de böyle, affola :)) Pai pai

11 Şubat 2010 Perşembe

Salata Şenliği

Welcomeee welcomee :)) 1. henüz gelenekselleşememiş ve de uluslararasılaşamamış salata şenliğine hoşgeldiniz.

Arada bir yaptığım salataların fotoğraflarını çekiyordum ama buraya eklemek konusunda gönülsüz olmuştum. Tatlı hastası kız diyor annem bana, haklı galiba :)) Neyse, salata tarifleri birikince (tarif diyince fazla birşey ummayın canım, bildik şeyler) topluca ekleyeyim dedim. Zaten malzemelerin çoğu kış sebzesi, mevsimi geçmeden yazmak lazım dimi :)

İlk tarifim patates salatası olacak. Anneminki özellikle çok güzel olur, hep daha lezzetli gelir bana. Benim tarif de ehh işte, idare eder :)

Malzemeler:
  • 6 adet iri patates
  • 2 havuç
  • 1/3 demet maydanoz
  • 1/3 demet dereotu
  • 3 dal yeşil soğan
  • limon
  • zeytinyağı
  • tuz, pulbiber, karabiber (alerjim olduğu için koymuyorum ben)
  • istenirse; 2 yemek kaşığı siyah zeytin dilimleri

Patateslerin kabuklarını soyup tuzunu ekleyerek haşlıyoruz. Haşlandıktan sonra dilediğimiz büyüklükte doğruyoruz. Havuçların kabuklarını soyup, rendeleyerek patatese ekliyoruz. Maydanoz, dereotu ve soğanı ince ince kıyıp ilave ediyoruz. Yağ, limon ve baharatları ekleyip patatesleri ezmeden iyice karıştırıyoruz. Ilık veya soğuk olarak servis ediyoruz.

İkinci tarifimiz, yoğurtlu ıspanak salatası. Ispanağı farklı bir şekilde tüketmek için güzel bir tariftir kendisi :)

Malzemeler:
  • 250 gr ıspanak
  • 2 su bardağı süzme yoğurt
  • 2 yemek kaşığı mayonez
  • Tuz
  • Sarmısak

Ispanakları ayıklayıp bol su ile yıkadıktan sonra, ince ince kıyıp, derin bir kaba alıyoruz. Üzerine 2-3 tatlı kaşığı tuz ekip 5 dk bekletiyoruz. Sürenin sonunda, ıspanakları elimizle biraz mıncıklıyoruz, şirin bir veledin yanaklarını sıkar gibi :) Yeşil suyunu süzüp, ıspanakları sıkıp bir kenara alıyoruz. Yoğurda mayonez ve bir miktar su ekleyerek kıvamlı bir sos hazırlıyoruz. İstenen miktarda sarmısak ekleyip (ben 4-5 diş kullandım) karıştırıyoruz. Ispanakları, sosa ekleyip harmanlıyoruz. Afiyetle yiyoruz :) Üzerini de dilerseniz süsleyebilirsiniz. Ben makyaj konusunda olduğum gibi, süsleme işinde de gayet üşengecim :) (bakınız: sağa sola bakın işte, resimlerden de anlaşılıyor zaten)

Sıradaki türkümüz Kırşehir yöresinden :) Kerevizi herkes sevmez, ben de bu tarifle birlikte kereviz yemeye başlayanlardanım. Şimdilerde zeytinyağlısını da zevkle yiyorum. Onu da ekleriz bir gün. Yapılışı gayet basit, çok lezzetli ve lezzetli işte :)

Malzemeler:
  • 1 kök kereviz
  • 2 su bardağı süzme yoğurt
  • 2 yemek kaşığı mayonez
  • Tuz
  • Sarmısak
  • Süslemek için en az 3 adet, birisinin köşesi hafifçe kırılmış yarım ceviz :)) üşengecim diyince inanmıyorsunuz bir de:)

Yoğurda mayonez, tuz ve bir miktar su ekleyerek kıvamlı bir sos hazırlıyoruz. İstenen miktarda sarmısak ekleyip karıştırıyoruz. Kerevizi yıkadıktan sonra soyup, kararmaması için hızlı hızlı rendeleyip yoğurda ilave ediyoruz. Dilerseniz içine dövülmüş ceviz de ekleyebilirsiniz.

Aynı tarifi, kereviz yerine turp kullanarak da yapabilirsiniz. O da süpersonik birşey oluyor, valla :) Ahhaaa gülücük işareti koydum diye inanmamazlık etmeyin, çok küserim :) aaa hala inanmıyorsunuz dimi, yemin verdim ayöööll :)

Geldik Testere serisinin dördüncüsüne :)) Ev yapımı rus salatası.

Malzemeler:
  • 3 orta boy patates
  • 2 orta boy havuç
  • 1 uzun boylu, balıketli hatun: bu malzemeleri salata yapmak için :))
  • 1 küçük kutu mısır
  • 1 su bardağı konserve bezelye
  • 4-5 kornişon turşusu
  • 1 küçük kavanoz mayonez (Pınar'ın light olanından)
  • 2 yemek kaşığı süzme yoğurt

Patates ve havuçları, ayrı ayrı tencerelerde haşlıyoruz. Soğuduktan sonra, her ikisini de tavla zarı (yuppiii hep cümle içinde kullanmak istemişimdir) büyüklüğünde doğruyoruz. Bezelye ve mısırı bir süzgece alıp yıkıyoruz ve süzüyoruz. Kornişonları da minik minik doğruyoruz. Hepsini bir kaba alıyoruz. Mayonez ve yoğurdu karıştırarak sosunu hazırlıyoruz. Tümünü harmanlayarak salatayı tamamlıyoruz. Hazır garnitürden yapılan rus salatasını yemeyenler bile, ev yapımı olanı severek yiyorlar. Tavsiye ederim, çok güzel oluyor.


Ahhggghhh içime daral geldi, yazayım da bitsin. Bu da pembiş sultan salatası.

Malzemeler:
  • 1 kök kırmızı pancar
  • 2 su bardağı süzme yoğurt
  • 2 yemek kaşığı mayonez
  • Tuz
  • Sarmısak

Yoğurda mayonez, tuz ve bir miktar su ekleyerek kıvamlı bir sos hazırlıyoruz. İstenen miktarda sarmısak ekleyip karıştırıyoruz. Pancarı tuzlu suda yumuşayana kadar haşlıyoruz. Rendeleyerek yoğurtlu sosa ilave ediyoruz. Bir süre bekleyince, rengi de tadı da oturuyor.

İşte böyle, ilk salata şenliğimizin sonuna geldik efendim. Allah bir ikincisini göstermesin :)) Ama tariflerim sağlamdır yani, hepsi test edilip onaylanmıştır. Bazen bir yemeğin yanında, bazen bir çay sofrasında, renkli ve leziz bir alternatif olabilirler. Olası zehirlenmelerde panik yapmadan, derhal doktorunuza başvurunuz. Bana da dua etmeyi unutmayınız :)) Ayy bugün sevgi kelebeği Esra Ceyhan gibiyim, herkesi çok seviyor gibiyim. Pai pai :)

9 Şubat 2010 Salı

BİTSİN :)

Uzun süredir, Penguen'de bir Patates Kampanya köşesi var, Fatih Solmaz'ın. Buradan ilham alarak ben de kendi kampanyamı yapıyorum, aşağıdakilerin hemen bitmesini istiyorum. Buyrun efendim:
  • Çok sayın devlet büyüğümüzün vatan, vicdan, demokrasi, adalet, sevda kelimelerini kullanması (Anlamı yok bu sözlerin, içi boş artık)
  • Bir diğer “devlet” büyüğümüzün “eöqönömi” demesi (ekonomi politikalarını parti sözcüsü açıklasın bence)
  • Ayşe Arman’ın her şeye şahane dediği yazılar yazması (orta karar birşey olmaz mı hayatında acaba?)
  • Ön tanıtıcı reklamlar, reklamlar, en bi tanıtıcı reklamlar, canınızdan bezdiresice tanıtıcı reklamlar furyası (derhalllll)
  • Behlül’ün Ziyagil soyadı taşıyan tüm dişi canlılara yazması (sırada halası var korkarım)
  • Türkçe konuşamayan Türklerin, Yemekteyiz yarışmasına katılması (ayakkabıya ayakkap diyen öğretmenler var mesela)
  • Ş harflerini S basarak, kendilerini “sirin” sanan “sinirlerin” yılan gibi tıslayarak konuşması (tısılamayın tısılamayın, bi adam olun)
  • Pelin Batu’nun yönetemediği tartışma programlarında dekor niyetine durması (arada sesi çıkınca irkiliyorum, dekor canlandı babında)
  • Doksan dakikalık futbol maçlarının, görüntü olmadan saatlerce konuşulması (geyikte son nokta)
  • Demet Şener’in “aşk evliliği” nden bahsetmesi ve her an kameraya poz verir gibi durması (çekim bitti ablacım)
  • Profesör diyetisyen, pilates uzmanı ve güzellik danışmanı Ebru Şallı’nın domatese likopen demesi (haruna dediydim zaten, likopen yapalım akşama deyinn)
  • Patatese patatez, domatese domatez denmesi (şarjdan hiç bahsetmiyorum)
  • Sağlıkla ilgili haberlerde illaki bikinili manken kız görüntüleri verilmesi (çıplak geziyorlar, hastalanırlar çabucak diye mi acaba?)
  • Soya sosu kullanarak ve parmesan peyniri diyerek yemek konusunda kültürlü numarası yapılması (tavuğa ananas olmaz anam babam, tavuğun da canı var)
  • Flaş flaş diye duyurulan haberlerin fos çıkması (flaş flaş, arzu blogu güncelledi, eeee ??? güncelledi yani, kem küm)
  • Şarkı sözlerinin kişisel ileti olarak girilmesi (hayat seni yoruyorsa sen de beni yorma, arkanı dön ve çık, istenmiyorsun artık, tamam mı bebiş?)
  • Disko Kralı ve Medya Kralı’ndaki ses dalgalanması(kumandanın pili bitti ses ayarı yapmaktan)
  • Ali Rıza Bey’in kapıya yaslanarak “yeterrr duymak istemiyorum” demesi (bize de yeterrrr amca)
  • Ömer Üründül’ün dar alandaki kısa paslaşmalardan ve bloklar arasındaki kopukluktan bahsetmesi (dakika 70, yorumcu değişikliği zamanı geldi bizce, gözlerimiz kenarda ısınan yorumcularda, sanırım Rıdvan girmeli oyuna)
  • Fatih Terim’in ders vermesi (bir de ders al be hocam)
  • Bu ülke halkının mantığı yerine duygularıyla karar vermesi (mazluma ver oyunu, sonra çıkar oyunu)
  • Uzaylıların dore ya da gümüşi renk kıyafet giymesi(yeşil tenlerine yakışmıyor bir kere)
  • Otuz yaş altı bağyanların saçlarını sarıya boyatması (böğğğkkkk)
  • Ev en dağınık durumundayken aniden misafir gelmesi (antremanlı olmak şart)
  • Her büyük depremden sonra, ahaa orada da zati fuhuş vardı, büyü vardı, müstehaktır bunlara diye yazmaktan çekinmeyen insansıların insan suretiyle gezmesi (fazla yorum yok, değmez)
  • Futbolcuların önlerindeki maça bakması, teknik direktörlerin de suçu hakeme atması (beceremedik diyin yahu)
  • 1-1 biten maçlardan sonra “birbirlerini yediler” manşeti atılması (daha yaratıcı manşetler bekliyoruz, mesela birdir bir oynadılar, bir bir biri biri birilerine gibi manşetler olabilir)
  • Gulshen şarkıcısının kafasına düşen avizeden habersiz şekilde klip çekmesi (abla kötü bir haberim var, nedir? kafanda avize var abla )
  • Flash Tv’de birilerinin mütemadiyen oynaması (onlar kadar motive olsam keşke)
  • Facebook’ta profiline kim yan baktı, kim seni tıkıladı, kimler profiline kolbastı vb saçma gruplara katılmak için habire davetiye gönderilmesi (tıklasa tıklasa arkadaşım tıklar, eee ne var bunda?)
  • Almak istediğimiz biletin ya da kıyafetin hep en son kalan bilet ya da kıyafet olması (sona kalana ne oluyordu)
  • Çok bilmiş köşe yazarlarının, biz daha gitmeden, filmleri sakız etmesi (Oscar, haspamın amcası sanki)
  • Yılmaz Özdil’in pazartesi günleri izin yapması (o bir gün bize çok uzun geliyor be ustam)
  • Merve Sevi’nin ve onun şahsında, kendisini çok güzel sananların, bunu sanması (bi susun)
  • Dahi anlamındaki de ve da’ları ve de bağlaç olan ki’leri ayrı yazmayı beceremeyenlerin yazı yazması (bende bir gün böyle yazarsamki yazma ihtimalimde yok :) )
  • Şu aptal Eskimo çizmelerinin giyilmesi ve deeee
  • Devletin resmi kanallarının, “resmen” yandaş medya haline gelmesi BİTSİNNNN.

Belki biter, pai pai :)

8 Şubat 2010 Pazartesi

Tanrı'nın Kitabı

Cumartesi ve pazar gününü bir eğitim sebebiyle çalışarak geçirdim. Pazar akşam saatlerinde buna bağlı olarak "naz " seviyemde ciddi bir artış meydana geldi :) Eşim akşamüzeri beni almaya geldiğinde, lazanyasının nazlanma potansiyelindeki artışı farkedince, beni hemen attalara götürdü. Yemekten sonra Book of Eli (Tanrı'nın Kitabı) filmine girdik.

Film, son derece etkileyici bir sahneyle başladı. Nefesimi tutarak izledim ilk dakikaları. Film hemen sardı ikimizi de. Klişeleşmiş kıyamet sonrası senaryolarından biri mi diye endişelenmiştim ama hem Denzel Washington'ın oyunculuğu hem filmde kullanılan renkler hem de süper müzikler sayesinde yanıldığımı anladım. Film, Hristiyanlık propagandası mı yapıyor acaba diye düşünenler varsa, cevabım hayır. Film, din kavramı üzerinde duruyor. İnsan topluluklarının, herşeylerini kaybettiklerinde sığınabilecekleri bir dini inanışın gerekliliği çok güzel vurgulanıyor. Buna karşılık, dini kullanarak insanlar üzerinde baskı kurmak isteyenler de mevcut ve bunun nasıl tehlikeli bir olgu olduğunu bir kez daha görüyorsunuz. (Bu mesajım, bunun aynısını bize yaşatan din tüccarı siyasetçilere) Filmin final sahneleri de sürprizlerle dolu ve çok etkileyici.

Filmde çok etkileyici diyaloglar var. Bugün fütursuzca tükettiğimiz kaynaklar için, filmde insanların birbirlerini öldürmesine yapılan vurgular, aklıma sıkça Hayrettin Karaca'yı getirdi. İhtiyaçlarımızdan fazlası için dünyayı yokediyoruz diye haykırışını düşünüyorum. Evet, insan bir tas çorba ve suyla da doyurabilir karnını, bir elbiseyi de yıllarca giyebilir. Ama şu doymak bilmez egomuzun yüzünden herşeyi berbat ediyoruz.

Bugünlerde sinemaya gidecekseniz, farklı birşeyler izleyeyim derseniz, Tanrı'nın Kitabı'nı düşünmekte yarar var. Halen nefes almakta zorlanan blog yazarınız şimdi papatya ve nane buğusu yapmak üzere izin istiyor ve hatta hemencecik kaçıyor. Pai pai :)

5 Şubat 2010 Cuma

Türkiye'nin İlk Barış'ı

O'nu kaybedeli 10 yıldan fazla oldu. Günlerce etkisinden kurtulamamıştık eşimle, karşılıklı ağlaşmıştık bir süre. Şarkıları ve insanlığı bizim gibi binlerce insanı bağlamıştı Türkiye'nin ilk Barış'ına. Burada uzun uzun hayatından, şarkılarından bahsetmeyeceğim. Dilerseniz şurdan okuyabilirsiniz.

O'nu neden çok sevmiştik ? Çocuklara olan davranışları mesela, Yediden Yetmişyediye programında, çocukları özellikle bir platform üzerine çıkartırdı. Kısa boylu vatandaşlar derdi galiba. Arabada arkada oturmak gerekliliğinden tutun da ıspanağın faydasına kadar çoğu şeyi O'ndan öğrendi çocuklar, yani kısa boylu vatandaşlar. Ya o şarkılar ? Bu yazıyı yazarken, "Ömrümün Sonbaharında" çalıyor fonda. Senelerdir dinliyoruz, bıkmadan, usanmadan. Tüketilemez şarkılar yapmıştı Barış Abi, ne zaman eskitebildi şarkılarını, ne de teknolojik zırvalar.

İyi ki gelmiş bu dünyaya, iyi ki geçmiş bizim hayatlarımızdan... Sesini, şarkılarını miras bırakarak gitti dünyadan, erken bir vakitte. Kazım gibi, ahh her şarkısında içimizi parça parça eden Kazım gibi... Allah, onları bize tadımlık gönderiyor sanki, tadları damağımızda kalacak kadar... Hep düşünürüm, ölmeseydi, ölmeselerdi kimbilir daha ne güzel şarkılar söyleceklerdi. İyi ki gelmişler, iyi ki şarkılarını söylemişler... Güzel kalpli adamlar, kalpleri dillerinde atan güzel insanlar, teşekkürler, teşekkürler...

You and I are just like children

4 Şubat 2010 Perşembe

Son Durum :)

Günler sonra nefes almaya başladım nihayet. Elma sirkesi, burun spreyi, tuzlu su derken, denemediğim sadece karanfil yağı kaldı. Kısmetse yarın alıp onu da kullanacağım. Üç gündür koalalar gibiyim, kanepeye yapışmış şekilde ööööylece yatıyorum. (ö harfi takılı kalmadı, sadece bu güzide blogda "malak" kelimesini kullanmamak adına vurgu yapayım demiştim) Bugün domuz gribiyle ilgili haberleri okuyunca, yine günaha girdim. Ankara dolaylarına doğru tüm iyi dileklerimi gönderdim. Bir ülkenin kafası bu kadar mı karıştırılır, bu kadar mı aptal yerine konulur?

Dün rahmetli Bülent Ecevit'in bir resmini gördüm internette. Onu ne çok özlemişim, sadeliğini, dürüstlüğünü, vatan sevgisini, vatanına ve milletine saygısını özlemişim. Bu blogda siyasi şeyler yazmamaya karar vermiştim. Ama Bülent Ecevit siyaset üstü bir insandı, herkesin saygı duyduğu ve bunu ifade etmekten çekinmediği bir insandı. Bugünkü yapay gündem içinde, kafam karmakarışık oluyor, neye kime neden güveneceğimi düşünmekten kendimi alamıyorum. Mavi gömlekli bir Karaoğlan'ın çıkıp bizi bu bataklıktan kurtarmasını bekliyorum sanki, evet evet biraz romantik bir yaklaşım ama aynen öyle hissediyorum.

İnsanı harekete geçiren şeyler var. Bazısını acılar güçlendirir, bazısını zorluklar. Benim dinamiğim ise mutlu olmak sanırım. Beni sürekli hayata bağlayacak, mücadele etmemi sağlayacak bir güce sahibim, eşime... Hayatımın üçte birini birlikte paylaştığım adama... Ona takılıyorum, ne kadar çok zaman oldu, sanki doğduğumuzdan beri birlikteymişiz gibi diyorum. Galiba seneler içinde insan, önceki senelerdeki boşluğu da tamamlıyor bir şekilde, yani onun çocukluğunu öğreniyorsun. Yumurtaya munnaka dediğini, çocukken de sabahları çok zor kalktığını duyuyorsun Hatis anneden. O zaman işte, doğduğundan beri berabermiş gibi geliyor insana ya da bu benim hüsn-ü kuruntum :) Gün içinde tüm zorlukları yaşarken, içimden biliyorum ve diyorum ki, akşama kahramanım yanımda olacak, o zaman herşey iyi olacak. Oluyor da...

Çok karışık yazdım bugün değil mi? Günlerdir maruz kaldığım kimyasallara verin efendim bunu :)) Bu akşam kısa keseyim biraz, kahramanım birazdan karlı yolları aşıp kalesine gelecek zira. Bu arada yukarıdaki resmi merak etmişsinizdir belki. Efendim kendi öz havayollarımızın ilk uçağıdır kendisi. Henüz benim masamdan Sünger Bob'un bağlı olduğu (amanınnn Bob'a kuçu muamelesi yapıyorum sanacaklar, balonu yani :P ) sandalyeye uçabiliyor. Ama olsun, herşey küçük adımlarla başlar dimi :)
Aşağıda Bob'un iyi günlerindeki bir resmi bulunmaktadır. Kendisi şu an uçamamaktadır, tembel sahibi tarafından doluma götürülmediği için tekerleksiz sandalyeye mahkum şekilde oturmaktadır. O halini görmeye dayanamazsınız diye koymadım. Uslu çocuklar gibi öööylece :) oturuyor yavrum.
Off uzattım gene lafı, ben kaçar, pai pai :) Sevgiler, ışıklar ve elektrik faturalarınız eksik olmasın...

1 Şubat 2010 Pazartesi

Biraz Çorba, Biraz Pasta, Biraz Nefes

Geleneksel tıkanmış burun günlerim başladı. Huzursuz uykular, ıahhhhh şeklinde alınmaya çalışılan nefesler ve düşünme yetisini kaybeden ben. Dün geceden beri nefes alamıyorum. Burun spreyi filan kar etmiyor vallahi. Bugün çalışırken, öğleden sonra, nefes alamadıkça sağırlaşmaya ve aptallaşmaya başladım. Akşam saatlerinde katıksız salak seviyesine yükseldim. Hani benim bonusum, hani benim sarı ribbonum :) Sonra şu takıldı aklıma (kalan kısmına yani), bu sorun, düşündüğümden daha yaygın olabilir mi dedim. Mesela halkımızın yarısı sinüzit hastası olabilir gibi bir kanıya kapıldım. Hani bu kadar sağırlık ve düşünememe durumuna başka bir sebep bulamadım. Sinüzitim geçince belki bulurum :)

Bugün sizlere ekşili çorba ve mozaik pasta yapacağım kuzucuklarım :)) Önce tatlıdan başlayalım :

Muzlu mozaik pasta:
  • 1 paket pötibör (kakaolu kullandım)
  • 1 yemek kaşığı toz şeker
  • 1 muz
  • 100 gr eritilmiş margarin
  • 3 yemek kaşığı kakao
  • Damla çikolata, portakal kabuğu rendesi
  • Kıvamı tutmazsa 1 çay bardağından az süt

Çocukken deli olduğum şeylerin başında gelirdi mozaik pasta. Annem yapsa diye beklerdim hep. Büyümenin böyle bir faydası var işte, canın ne istese yapabiliyorsun. Mozaik pastanın içinde, normalde yumurta da olur ama çiğ yumurta kullanmak istemiyorum. Kokusunu sevmiyorum ve pişirmeden servis edilen bir yiyeceğin içinde kullanmayı yanlış buluyorum. Bu yüzden, kıvamı tutsun diye, yıllardır içine muz ve gerekirse süt koyarak yaparım. Margarini de azalttım iyice ama donması için mutlaka olması gerekiyor.

Tarifi basit zaten. Bisküvileri elimizle parçalıyoruz, bu arada çok sert bakışlar fırlatarak, kırılma sürecine katkı yapabilirsiniz. Sonra eritip ılıttığımız margarini ve diğer malzemeleri ekleyip yoğuruyoruz. Kıvam tutmazsa, az bir süt ilavesiyle toparlayabilirsiniz. Folyaya sarıp şekillendiriyoruz. Üşenmeseydim eğer, silindirik yapıp, dışını antep fıstığı kaplayacaktım. Ama üşendim :) Dolapta 4-5 saat beklemesi gerekiyor. Sonrası süper :)


Gelelim çorbaya. Lise yıllarım K. Maraş'ta geçti ve orada yediğim çeşit çeşit güzel yemek içerisinde, aklımda en çok kalan ekşili çorba oldu. Geçen yıl bir proje için gittiğimizde, restoranda doyasıya içmiştim. Sevgili Seçil'in sitesinde görünce denedim hemen. Kendisinin de ellerine sağlık, çok güzel tarifler paylaşıyor. Nasıl özlemişim çorbayı nasıllll, denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Denemeyeni kınıyorum, denemeyen gitsin, kozmik patates çorbası yapsın.

Malzemeler:
  • Yarım su bardağı buğday
  • Yarım su bardağı nohut
  • Yarım su bardağı kırmızı mercimek
  • Yarım su bardağı sevgi ve saygı :)) (ışık, sevgi vs olaylara takılanları anlamaya çalışıyorum, bu çorba benden onlara gitsin, ışık, sevgi ve bilumum efendim)
  • 1 kuru soğan
  • 6-7 diş sarmısak
  • 1 yemek kaşığı biber salçası
  • 1 limon suyu
  • 4-5 kök ıspanak
  • Tereyağ

Buğdayı akşamdan sıcak suyla ıslatıp, ertesi gün haşlıyoruz. Nohutu da öyle. (Soğuk suyla) Ben genelde, bu tip bakliyatı çokça haşlayıp buzluğa atıyorum. Bir tencerede, haşlanmış buğday, haşlanmış nohutun üzerine sıcak su ilave edip, mercimeği de ekleyip, mercimekler pişip dağılana kadar pişiriyoruz. Su miktarını gözle ayarlayabilirsiniz, sonuçta çok taneli ve kıvamlı bir çorba oluyor.

Bir tavada soğan ve sarmısağı tereyağında pembeleştiriyoruz. Pembeleşince iyice yıkayıp incecik kıydığımız ıspanakları da ekleyip suyunu salıp çekene kadar pişiriyoruz. Salçayı da ekleyip 1-2 dk kavuruyoruz. Karışımı, çorbaya ilave ediyoruz. Limon suyu da ekleyip, 1-2 taşım kaynatıyoruz. Suyu azsa ekleyebilirsiniz.

Böyle tek başına öğün olabilecek kadar doyurucu ve lezzetli bir çorba. Ekşisini de artırmak mümkün. Eşim de çok sevdi, yemek ayırmaz, her yemeği yer ama bu çorbayı özellikle çok beğendi.

Oyhhhh nefes alamıyorum halaaaa, tıkandım tıkandım. Burnuma lavabo açıcı dökmek geliyor içimden. (İyice salaklaştım diyorum ama inanmıyorsunuz :) )

Anne sütü emen çocuklar çok sağlam olur, hiç hasta olmaz derler ya, ben işi sağlama alıp 2,5 yıl emmişim ama hastalıktan kurtulamıyorum. Hasta olmayı başaramazsam da en azından düşüyorum, boynumun tutulmasını sağlıyorum vs vs. :) Benden bugünlük bu kadar. Pai pai dünyanın güzel insanları, ışık, sevgi ve kelebeklerle :))