Söylerken bile içimi sıcacık eden bir kelimedir masumiyet. Bazen pembe yanaklı bir çocuğun yüzündeki tazeliktir o, bazen de bembeyaz bir gelinlik. Tanrı misafiri olduğunuz bir sofrada, evindeki son ekmeği gönülden paylaşan bir dostun yüzündeki mahcubiyettir. Uzattığınız parmağı yakalayıp sımsıkı tutan bir bebeğin elindeki şeker kokulu terdir.
Sadece bir sokaktan geçtiği için, orada olduğu için, hain bir eylemin kurbanı olup parçalara bölünen bir bedendir masumiyet. Bir Öğretmenler Günü’nde, komşu bahçeden çalınıp öğretmene verilen bir güldür. Aşkın o ilk günlerinde yanağa kondurulan acele bir öpücüktür. Bazen pembenin, çokça da beyazın arkasına saklanan utangaç bir duygudur o. Bakımsız bir bahçede, yaprakların arasından büyümeyi başarmış, yüzünü güneşte kızartmış minik bir domatesin yaşama mücadelesidir masumiyet. Akşam eve gelen ekmeğin üzerindeki baba elinin izidir, yorgun ama gururlu.
Kötü niyetin hiç bulaşmadığı tertemiz bir defterdir, her sayfası o çocuğun yüzü kadar pembedir. Karalanmamıştır henüz, üzerine hayat denen tecrübe yazılmamıştır. Henüz kimsenin kalbi kırılmamıştır, kimsenin canı yakılmamıştır.
Ama var mı kalp kırmadığımız, can yakmadığımız bir an? Sezen’e mi inanmalı, masum değiliz hiçbirimiz mi demeli? Öyle miyiz gerçekten, karaladık mı hayat sayfalarımızı? Biz de pembe yanaklı çocuklar değil miydik? Varoldu mu masumiyet, var mıydı hiç? İlk yalanımızda mı kaybettik onu, ilk kalp kırışımızda mı? Yoksa, yoksa sadece doğarak mı ?
2 yorum:
Uzattığınız parmağı yakalayıp sımsıkı tutan bir bebeğin elindeki şeker kokulu terdir.
Ah canimm o guzel yuregine saglik bu paylasimin icin!
Teşekkür ederim Hülya, ziyaretlerin ve yorumların beni çok mutlu ediyor.
Yorum Gönder