Geçen mayısta yazmıştım bu yazıyı, buraya da eklemek istedim. Yazının aklıma gelmesinin nedeni, masamın üzerinde bana sürekli gülümseyen, pardon sırıtan Sünger Bob'u görmem oldu. Yıllar ilerlese de, insanın içindeki çocuk hiç büyümüyor, büyümesin de zaten. Onu çocuk olarak muhafaza edebilmek için herşeyi yapmak gerek diye düşünüyorum. Sünger'in satıldığı reyonlardaki yaşı büyük tek velet ben olsam da, utanmadan alıyorum istediklerimi :)) Ama bu Bob da inanılmaz tatlı birşey yahu, cazibesine kapılmamak imkansız ehehehehehe :)) Dimi Patrick ? Bu arada resimdeki silginin kağıttan yapılmış kısmı indirilince (yani Bob'un pantolonu), altta bildiğin beyaz slip donu var Bob'un :)) Çok şirin çokkk :D
İnsan en fazla beş yaşından sonrasını hatırlarmış derler ya, benim de ilk hatırladığım şey, beşinci yaş günümde aldığım altın renkli bir kupa şeklindeki kalemtraştı. Bir de kırmızı rugan ayakkabılarım. 70 li yıllarda doğmuş şanslı çocuklardan biriydim. Şanslıydım, çünkü akşam ezanına kadar sokakta tozun toprağın içinde oynayabiliyordum. Uslu bir kız gibi bebeklerimle de oynuyordum ama en güzeli sokakta top oynamak ya da deliler gibi koşmaktı. O deli koşuların dizlerimde bıraktığı izler hala duruyor. Baktıkça gülümsediğim izler… O zaman canımı yakan, belki de ünnnnveeee efektiyle ağlamama sebep olan yaralar. Şimdi seviyorum onları, çocukluğumun tatlı hatıraları. Harçlık aldığımızda bakkala koşup leblebi tozu aldığımız ve yerken konuşmaya çalıştığımız o güzel günler. Eti Puf’un önce üstündeki şekerleri, sonra bisküvisini yememiz, içindeki marshmellowu en sona saklamamız. O zamanlar annelerimizin hiç hijyen derdi yoktu. Pastörize süt yoktu hayatımızda, yere düşen ekmeği üfledikten sonra yiyebiliyorduk. Süt satanlara potansiyel katil gözüyle bakmıyordu kimse. Ağaçlardaki meyvaları taşlayıp düşürdüğümüz ki ben pek beceremezdim, sonra da sahibi geliyor diye birbirimizi korkutup kendimizce macera yaşadığımız anlar. Bazen ağaçlara tırmanırdım, indiğimde üstümde mutlaka bir tırtıl olurdu ve çığlık çığlığa ondan kurtulmaya çalışırdım. Anneannemin evinde kalabalık ailemizin toplandığı ve her kafadan bir sesin çıktığı o neşeli akşamlar. En çok da pestilin arasına fındık koyup yemeyi severdim. Gece 12’ye doğru elektrik kesilirdi. Televizyonsuz gecelerde radyo dinlerdik. Çocuk tiyatrosu, Arkası Yarın ve ne çalacağını bilmeden şarkılardan fal tuttuğumuz geceler. Telefonla konuşmak için önceden postaneye yazdırmanın gerektiği, mektup yazdığımız, kart attığımız zamanlar. Trabzonspor’un efsane olduğu, efsanenin içine doğduğumuz yıllar…
Ama büyüdük işte. Okullar, sınavlar, mezuniyetler derken yaş yolun yarısına erişti. 2000 senesinde 27 yaşında olacağım, aman Allahım ne kadar yaşlı olacağım derdim. Zaman aktı gitti sanki. Ama ben hala çikolata görünce beş yaşındaki kıvırcık Arzu kadar çocukça davranıyorum. Tırtıllardan halen çok korkuyorum. Televizyonu kapatıp eşimle, arkadaşlarımla, sevdiklerimle sohbet edebiliyorum yine. Sütün afilisini de alabiliyorum, sokakta satılanını da. Ağaçlardaki meyvaları görünce aklımdan geçmiyor değil onları taşlayıp düşürmek. Telefonlu hayatı çok sevemedim sadece. Trabzonspor benim için yine bir efsane. Markette arabaya gizlice Eti Puf attığım da çok olmuştur. Ee peki ne değişti yaşımızdan başka? Çocukluk güzeldi de, yetişkin olmak hoşumuza gitmedi mi? Vallahi benim çok hoşuma gitti. Zaman geçtikçe her şeye bakışın değişmesi, hayata karşı duyulan endişelerin azalması, hoşgörünün artması, yolda gördüğüm tuhaf giyimli, komik saçlı gençlere tebessümle ve sevgiyle bakıyor olmam, hayattaki en büyük problemin parasızlık değil insansızlık olduğunu görmüş olmam çok hoşuma gidiyor. Bir de beni halen beş yaşındaki Arzu’ymuşum gibi seven, nazlayan, şımartan ailem ve eşim… Bu sayede hiç büyümeyeceğim aslında. (25.05.2009)
Evet evet yedim, itiraf ediyorum ki ben bugün bu puflardan bir tane yedim. Sağlıklı beslenme, kuru incir filan derken, aslında pufun vicdanımda yarattığı suçluluk duygusunu bastırıyordum. Ama çok güzel oluyor bunları yemesi yaaa :)) Bir tanecikten birşey olmaz dimi :))
4 yorum:
ben hindistan cevizlisini seviyorum sayılırmı?
sayılmaz mı :)) Bir de çokomel vardı, o da dehşet bir tattı
madem sayılıyormuş ben de hindistan cevizlisini seviyorum :)
merhaba arzu hanım.sana bişiy söyleyeceğm sanırım şampiyonun memeleketindeniz ikimiz.anaaa! boşuna fokurdamıyor benim kan sana. ben 80lerdenim ama o yazdığın yerlere bende gittim geldim şimdi.yazdıklarını hepsini hatırlıyorum.
hah bide ben en çok leblebi tozunu özledim.
Yorum Gönder